Küçükken, aslında bir prenses olduğumu, kral babamın iyi yetişmem için bana kocaman bir oyun oynadığını, çevremdeki herkesin oyuncu, her şeyin dekor olduğunu, sıradan bir insan gibi yetişirsem daha akıllı bir prenses olacağımı düşündükleri için bu saçma sapan şeyleri bana yaşattıklarını hayâl ederdim. Değilmiş, hâlâ kimse gelip beni sarayıma götürmedi.Hayâl kurmak, çamaşır suyu içmek kadar zor! Genelde annemi pek görmezdim; o çalışan bir anneydi. Diğer çocukların anneleri gibi evde oturup yemek yapamıyor, örgü öremiyordu. Çalışmak zorundaydı. Hep şikâyet ediyor ama aslında işini çok seviyordu. Bacaklarında varis vardı. Sabahın köründe gider, akşamın karanlığında gelirdi.Bizi hep Türkçe bilmeyen, kötü kokan, köylü bakıcılar büyüttü. Hiç birini sevmedim. Onlarla dalga geçer, kandırır, sokağa kaçar, oyun oynardım. Sokağı hep eve tercih ettim.10 yaşındayken hem ülkede hem evde darbe kafamı bayağı karıştırdı. Sokağa çıkma yasağı, askerler, polisler vardı ve annemle babam boşanıyorlardı: O sene annemle babamın doğup büyüdükleri, anneannemlerin, babaannemlerin yaşadıkları o lânet olası küçük Anadolu şehrine taşınmıştık. Artık annemle babam kavga ettiklerinde şehrin yarısı kavgaya karışıyordu. Anormal bir dedikodu ağı vardı. Çürük dişli, kıllı çeneler ha bire çalışıyor, ha bire skandal üretiyorlardı. En azından aileme (benden nefret etsinler diye) bir şeyler açıklamalıyım. Benim yüzümden mahvoldular, çöktüler. Benden beklenmeyen her şeyi yaptım, onları çok utandırdım. Çünkü onlar beni, çevredekiler aman ne iyi çocuk yetiştirmişsiniz desinler diye büyüttüler. Hele annem…Beni çok geç fark etti 0. 17 yaşıma kadar karnımı doyurduğu, öğrenimimle ilgilendiği için kendini yeterli buldu. Kendine göre en büyük fedakârlığı yapıyordu çünkü: Babama katlanıyordu. (…) Ergenlik çağım tam anlamıyla dengesiz geçti. Dedikoducu memleketimizin gözünden hiç bir şey kaçmıyordu. hiç bir ayıp affedilmiyordu. Serpilip büyüdüğümden bisiklete binme zevkinden mahrum bırakılmıştım. Hiç unutamıyorum; bakkalda mahallenin geveze gençleriyle atışırken dedeme yakalanmış; banyoda annemden dayak yemiştim. Ciyak ciyak bağırıyordu: O.pu mu olacaksın? Yoo, kötü yola düşmek gibi bir niyetim yoktu. Ama bütün sülâle bunun paniğini yaşıyordu ve ben onları bir anda şaşkına uğrattım. Ne mi yaptım? Namaz kılmaya başladım! Yırtık kotlarla, posterlerin ortasında kılıyordum ama beş vakit kusursuz kılıyordum. Çok sıkılıyordum o lânet şehirden. Bir an önce üniversiteye kaçmalıydım.Annemle babam da bir yandan kültürlü ebeveyn takılıp, öte yandan ha bire millet ne der? paranoyası yapıp beni allak bullak ediyordu. Sigaraya 15 yaşında başladım. İçkiyle tanışmam çok çok önce olmuştu, babam sağ olsun! İstanbul’a git dediği için de, bak burası Taksim, şurası Kadıköy, burada karşıya geçmek için arabaların durmasını bekleme; sen geç onlar dururlar deyip bırakıp gittiği için de sağ olsun.17 yaşındaydım, İstanbul’da yapayalnızdım.’Okuduğunuz bu anlatı çok şeyler ifade ediyor.Tabi anlayana.Ailelerin şunu hatırdan çıkarmaması lazım.Benim çocuğum acaba en küçük rüzgarda dağılan bir papatya mı,yoksa her iklimde yetişen kaktüs mü?.Dilerim çocuklar hep kaktüs gibi her türlü zorluğa ve engele rağmen mutlu ve huzurlu yaşarlar.