100 yıl öncesi şartlarla 100 yıl sonrası oluşan şartların arasında değişen bir şey olmayınca eşyanın tabiatı gereği sonuçlar beklentileri karşılar bir vaziyet alıyor.

Türkiye'nin geçirmekte olduğu siyasal süreç, akıbete teslimiyet ve bir genel tekrar havasında. Kendi içine kapanan ve cesur adımlar atmaktan özellikle kaçınan muhalif siyasi duruş, kendinden ziyade karşısında saf tutanlara cesaret telkin ediyor.

Hal böyle olunca, kendini fasulye gibi nimetten sayanlar şımarıyor ve cesareti edepsizliğe tahvil ediyor.

Emperyalizmin kapı köpeği rolüne pek aşina tipler birer pıtrak gibi çoğalırken, Türk Milletinin kendi milli coğrafyasında yok sayarak onun hassasiyetleri üzerinde tepinme günün modası haline geliyor.

'Red ve inkar' politikaları teranesiyle yola çıkanlar kendilerini Türklerden soyutlayarak bir şeyler kazanacaklarını zannediyorlar.

Kuzey Irak'ta getiriye dönüştürdükleri ihanet reçetesinin bir benzerini Türkiye'de uygulama sahasına sürmek isteyenler, Batı emperyalizmine göz süzerek, gerdan kırıp, kalça titreterek kendi milletini beynamus senaryolara meze yapma telaşında.

Erbil'de dört parçadan bir bütün oluşturmaya çalışanların oluşacak kargaşa ve kaosun bir adım ötesiyle ilgili herhangi bir öngörüleri var mı acaba?

Emperyalizme teslim olarak onur ve özgürlük kazanacaklarını zannedenler, ayı ile yatağa girmek gibi kabaran ihtirasın dindirilmesinden öte bir amaca uygunluklarının olmadığını ne vakit anlayacaklar?

Eğer amaç kalıcı barış, onurlu yurttaşlık arzusu ve ortak yaşama kültürüne katkı sağlamak ise; bu ancak bütün mazlum halkları Batı emperyalizmi karşısında aynı saflarda buluşturmakla olur.

Mezopotamyalı kaypaklığın ve genetik ihanetin kıvraklığıyla Brütüs rolüne ısrarla adapte olma pratiği kimseye fayda getirmeyecektir.

100 yıl öncesi Ermenilerin rolüne talip olanları sürecin tozu ve dumanı içinde kirli bir mendil gibi tarihin çöplüğüne atılmanın da seçeneklerden biri olduğunu unutmamalıdırlar.

Sen onu anladın…