Facebook sayfamda paylaşıldıktan sonra en çok tıklanan ve en çok çalınan aforizmalarımdan birisi de "Menfaatleri bitene kadar değil; yürekleri yetene kadar sizi terk etmeyenler gerçek dostlardır..." sözümdü... Gerçekten de hemen hemen her şeyi bireysel menfaatine bağlayan günümüz insanına önemli bir gönderme içeriyordu...

Gerçek dostlar, feneri önünüze tutup yolunuzu aydınlatırlar; gözünüze tutup dünyanızı karartmazlardı... Gerçek dostlar, kalabalıkların içinde değil; en ıssız olduğunuz yerde bizi beklerlerdi... Gerçek dostlar, yıkıldığınızda koltuk değneği olanlar değil; yıkıldığımızda omuz verenlerdi... Sayısı çok azdı, ancak tesiri en güçlü silahtan, en etkili ilaçtan daha tesirliydi... Gerçek dost; adam satmayan, kenara atmayan, kinlik tutmayan, çıkar gütmeyen, hasetlik etmeyen, yalnızlığa itmeyen, kaşlarını çatmayandı...

Gerçek DOST hayatın anlamı, insanlığın tanımı mutluluğun tamamıydı...

***

Zamanın ve zeminin kaypaklaştığı bir demde GERÇEK dost denilen kişileri bulabilmek neredeyse imkansız hale gelmişti. Oysa dostluk, Rabbimizden en çok dilenen; ancak kıymeti en az bilinen kavramlardan bir tanesiydi.

Hele hele siyasetten başlayarak tüm kurum ve kuruluşlarda, sivil toplum örgütlerinde küçükken dostluklar, dava ve samimiyet önemliydi... Hani şu her şeyini kayıtsız ve şartsız paylaştığın... Acılar ortak; sevinçler müşterekti... Elinde avcunda ne varsa, inandığın değerler uğruna feda ederdin... İşte bu uğruna mücadele ettiklerini sakın güçlüyken görme... Çünkü seni kapıdan içeri bile almazlar...

Çünkü;

Dava kavgaya, samimiyet ve dostluk post kapma yarışına dönüşüyordu...

Her şeyini paylaştıkların ilk önce önüne engeller koyamaya başlıyorlar seni tanımıyorlardı...

İşte o zaman anlıyordun ki nerde samimi yürekler varsa ezilmeye; nerde düzen varsa bozulmaya; nerde yiğit adamlar varsa çizilmeye başlanmıştı...

Ben sizin ayağınızın turabıyım diyenler; ayağınızdan çorabı bile almaktan çekinmiyor ve feryatlarına aldırmıyorlardı... Yani menfaat yüreklere, belleklere, bedenlere ve beyinlere o denli sirayet ediyordu ki; bundan sonra kapkara olan gözler hiçbir doğruyu görmez bir at gözlüğüne dönüşüyordu...

***

O ardını dönüp gidenler var ya; bir zamanlar deliler gibi sevdiğini söyleyenlerdi... O bütün kapıları yüzümüze kapatanlar var ya; sabah olsun diye geceyi dar eyleyenlerdi... Hani o seninle ilgili hiçbir şey hatırlamayanlar var ya; her anı yüreğe resmeyleyenlerdi...

Ya şimdi neredeler?

Ya başka bir bedende; ya başka bir nedenleler... Sadece SEVİYORUM diye yalan söyleyip kalbimizi talan ettiler...

Hepsi bu!..

Buna rağmen hala üzüleceksen sen bilirsin...

Çünkü bedende kapanmayan tek yara aşk yarası değildi... Hani şu bir anda değil; yavaş yavaş öldüğümüz en kadim yara VEFASIZLIK ve İHANET yarasıydı...

Kimin kime vefasızlık ettiğini kimin kime ihanet ettiğini elbette büyük puntolarla tarih yazacaktı. Ancak en önce bilinmesi gereken kendilerini Fırkay-ı Naciye görenlerin çıkarttıkları sun-i savaştı. İşte bu sun-i savaştan dolayı her şey toz duman içinde olduğundan gerçekler tüm çıplaklığı ile görülemiyordu. Bir yerlerde birileri birilerini arkadan hançerliyor diğer tarafta iste birlikte kılıç sallıyordu. Uzaktan seyrendenler için hayli komikti bu durum. Kendileri zarar verememiş ancak içerilerine düşen fitneyi ateşlemeyi başarmışlardı.

Bu dünya Habil ve Kabil'den bu yana bu haldeydi. İşte sırf bu yüzden;

Gerçek dost karındaş veya kardeşten meydana gelmiyordu...

Gerçek dostun soy ağacı da bulunmuyordu...

Gerçek dost olanlar Mushafları mızraklarının ucuna da asmamışlardı...

Gerçek dostlar başlarına kırmızı bant bağlayanlardı...