Cevizliye geldiğim ilk yıl elektrik olmadığını önceki bölümlerde yazmıştım. Ülke her gün biraz daha kötüye gitmekteydi. Beldede aydınlanmak için gaz lambası kullanıyorduk. Ancak petrol istasyonlarında ve başka hiçbir yerde gaz bulunmuyordu. Gaz bulunmayınca mazot (motorin) yakmaya başladık.

Cephe hükümetleri yağmaladıkları için devletin hazinesi boşalmıştı. Borçlar ödenemediğinden her gün her ürüne yüksek miktarlarda zam yapılmaktaydı. Dış borçlar ödenemediği için akaryakıt ithal edilemiyordu. Ülkede akaryakıt kıtlığı vardı ve karneyle satılıyordu. Evde aydınlanmak için gazdan vazgeçtik ama mazot da karaborsadan alınmaktaydı. Ancak kimse istediğimiz kadar vermiyordu. Kendi açısından uygun gördükleri kadarını yüksek fiyattan satmaktaydılar. Taksicilik yapan Kilisli bir arkadaşım karaborsadan aldığı benzini banyoda bidonlarla depolamıştı. Banyo yapan on iki yaşındaki kızı parlayan benzin yüzünden yanarak hayatını kaybetti.

Her maaş günü Gaziantep'te mazot aramaya başlamıştım. Sonradan nerede bulacağımı keşfettim. Sanayi bölgesine gidiyordum. Orada Irak'tan gelen kamyon veya tırların depolarından çekip satıyorlardı. Tabi ki, mazot az aydınlatıyor, çok is ve koku yapıyordu. Sabahleyin kalktığımız zaman ağzımızdan burnumuzdan kurum ve is gelmekteydi.

Bir maaş günü hanımın siparişleri arasında tuz da vardı. Koca Gaziantep'te nereye gittimse tuz yok. Tuzsuz da yemek yapılmaz ve yenmez. Çarşıda tuz arayıp gezerken bir arkadaşıma rastladım. Sıkıntımı söyledim.

-İnönü Caddesinde tuz var. Çabuk gidersen belki yetişirsin, dedi ve bulunduğu yeri tarif etti.

Bir taksi çevirip tuz satılan kapısız dükkanı buldum. Birisi traktör römorkuyla getirerek dükkanın içindeki kirli betona boşaltmıştı. Tuz içine karışan topraktan ötürü kırmızıya yakın bir renk almış, altından sızan sular caddeye doğru akıp gidiyordu. Normal zamanda çöpe atılacak türden bir tuz.

Sıraya geçip bekledim. Sıram geldiğinde iki kilodan fazla vermediler.

Sevinmiştim. Gaziantep'te tuz bulmuştum.

1976/80 yılları arasında maaş günlerinde Gaziantep'e gelir ama çoğu zaman maaşımızı alamadan dönerdik. Hazinede para yoktu. Birkaç kere bütün köy öğretmenleri toplu halde valiliğe yürüdük, ardından mal müdürlüğüne yürüdük ama çare yoktu.

Devletin parası olmazsa maaşımızı nasıl ödesin? Önce yüksek zamlarla cebimizi boşaltacak, sonra da aldığı paralardan payımıza düşeni maaş olarak geri verecekti.

Ülke Süleyman Demirel'in tabiriyle ''Yetmiş sente muhtaç hale gelmişti''.

Ülkede sağ sol, alevi sünni kavgaları ve cinayetlerden daha bol bir şey yoktu. Bu süre içinde hanımın yarım kiloya yaklaşan altınlarını birer birer bozdurarak maaşa katıp durumu ancak öyle kurtarmıştım.

Biz Cevizli'de müdür İbrahim'le Veysel hocaya uyarak gruplara ayrılıp, her gün ayrı bir soruşturma geçirirken ülkedeki ideolojik gerginlikler de zirveye kadar tırmanmıştı. Adalet sistemi ve güvenlik güçleri bile yandaşlarını korumaktan çekinmiyorlardı.

Fazla sürmedi. Komşu il Maraş'ta Maraş olayları patladı. Bu bir tür iç savaştı. Maraş üç gün boyunca dışarıya kapalı kaldı. Bu süre içinde yüz beş kişi hayatını kaybetti. Gaziantep'te yaşayan çok sayıda Maraşlı vardı ve olayların Gaziantep'e sıçramaması büyük şanstı.

Maraş olaylarının ardından Çorum olayları gündeme oturdu. Artık silahsız gezemez olmuştuk. Devlet ismen vardı ama her alanda etkisiz kalmıştı.

İki ayda bir hükümet düşüyor, yerine karşı cephe iktidara geliyordu. Devlet olanakları tümüyle yağmalanmıştı. Ülke genelinde bir iç savaş kaçınılmaz gibi görünmekteydi.

Sonuçta TSK yönetime el koydu. 12 Eylül 1980.