İlköğretim müdürümüz aynı zamanda mutemetti. Her aybaşında köy okulları tatil edilir, öğretmenler ilçeye giderek maaşlarını müdürden alırlardı. Müdürümüz Mevlüt Demir hem patronumuz, hem de müdürümüzdü.

Galiba ocak ayındaydık. Maaş gününden bir gün önceydi. Öğretmen arkadaşım Yunus okulu öğleden sonra tatil ederek ilçeye gitmemizi önerdi. Kar ve fırtına vardı. Tehlikeli bir macera olacaktı ama Yunus yayladan aşan kısmen daha kısa bir yol bildiğini söyleyince;

-Tamam gidelim, dedim.

Öğle yemeğimizi yiyerek okulu tatil ettik ve yol iz olmayan dağlara tırmanmaya başladık. İkimizin de omzunda av tüfeklerimiz vardı. Bulabildiğimiz ne varsa giymiştik. Saatlerce yürüdük. Günler kısa olduğundan akşam yaklaşmaya başlamıştı. Bu arada yönümüzü de yolumuzu da kaybettik. Kar ara vermeden yağıyordu. Havada kararma belirtileri sezilirken tamamı sarmaşık benzeri otlarla kaplı yüksek bir tepenin üzerindeki boşluğa gelmiştik.

Ben Yunus'a baktım. Yunus bana baktı. Yol göstermesini bekliyordum. Fısıltı halinde;

-Kaybolduk yahu, dedi.

Başımızda kar yağışı, Çevremizde sarp dağlar, sık ormanlar, görünmez uçurumlar ve yaklaşan akşam vardı. Gece dağda kalırsak kesinlikle vahşi hayvanlara yem olacak veya donarak ölecektik. Yön, yol, hiç bir iz ve işaret yok. Üstelik sis de bastırmıştı. Ormanın ortasında arsa büyüklükte bir boşlukta, diz boyu otların arsında ne yapacağımızı şaşırmıştık.

Neyse ki, rüzgar yoktu. Çevreyi dinlemeye başladık. Ben hiçbir ses duymuyordum ama Yunus işaret parmağını kaldırarak;

-Dinle, dedi.

Daha dikkatli dinleyince derinden ve çok uzaklardan gelen, zor duyulan bir motor uğultusu duyduk. Yönümüzü sesin geldiği tarafa döndük. Mümkün olduğunca hızlı yürümeyi deneyerek ilerlemeye başladık. Ormandaki bazı ağaçların arasından normal şekilde geçmek mümkün değildi. Aralıklardan yan dönerek geçiyorduk. Tek kurtuluş şansımız yönü şaşırmadan ilerlemekti.

Hava iyice karardıktan sonra Ünye-Akkuş yoluna ulaştık. Motor sesini duyduğumuz aracın teker izleri henüz silinmemişti. İzi takip ederek yatsıya doğru Akkuş'a ulaştık. Otelin altındaki kahvede petrol varilinden bozma soba gürül gürül yanıyordu. Saçlarımın alnıma sarkan uçlarında ve bıyıklarımda buz parçacıkları oluşmuştu ama en çok da ayaklarım üşüyordu. Ayağımın birini bottan çıkardım. Yanan sobanın küçük ağzından içeri doğru uzattım. Biraz durduktan sonra çektim Üst üste giydiğim dört beş çorabın sobaya giren kısımları erimişti ve yoktu. Ancak ayağım ısınmamıştı.

Otelde yer kalmamıştı. Geç kalmıştık. Galiba bütün öğretmenler bizim gibi düşünerek bir gün önceden gelmişlerdi. Bir gece bekçisine otele vereceğimiz ücreti ödeyerek onun evinde kaldık o gece.

Ertesi gün maaşlarımızı aldık. Kaymakamlık fırtınadan dolayı okulları iki gün tatil etti.

Yazar İletişim

[email protected]

TLF: 0535 836 16 82