"Eşiklikte oturan yine bir acı, yeni bir ayrılık!... Taşlarını kırdığın, duvar ördüğün sokaklarına sabıkalı bir ayaz dolmuştu. Gecenin örttüğü toprakta bir uzaklık. Tozu ıslanan kapı. Gidenin sığındığı karanlık. Ağlamıyorum!... Kalbime ihanet eden zaman nasılsa sorgulanmamıştı. Artık rüya görmek de istemiyordum!... Korkuyorum gördüğüm her rüyadan sonra. Birileri beni terk edecek diye...Bırakıp gidiyor çünkü sevdiklerim beni!...Her gidenle ben ölüyordum. Kendime kaldıkça acıyorum." Yazar Döndü Açıkgöz "Gidenin Sığındığı Karanlık" adlı öykü tadındaki yazısında anne-baba yitimiyle, ölüm olgusunu böyle resmetmişti. Onlar anne, baba, evlat, eş, yoldaş ve kardeştiler. Bildik çığlıklarla geldikleri bu dünyadan yine bildik merasimlerle uğurlandılar. "Biz bu yerden gider olduk/Kalanlara selam olsun" diyen Yunus'un sesinde ve soluğunda bu dünyayı bize emanet ederek karanlığın yüreğine gömüldüler. "Bu yıl ölümler yılı olacak" kehanetinde bulunduğumda hane halkı bana kızmıştı. 13'ün uğursuzluğuna pek takılmasam da hissiyatım dilime böyle emrediyordu. Nitekim hal, vaziyet meydanda; Toktamış Ateş, Tekin Akmansoy, Şenay Yüzbaşıoğlu, Savaş Akova, Metin Kaçan, Oğuz Aygün, Necdet Menzir, Metin Serezli, Müslüm Gürses, Osman Gidişoğlu, Alev Sururi, Ferdi Özbeğen, İsmet Hürmüzlü, Arif Peçenek, Ahmet Mete Işıkara, Burhan Doğançay, Cemil Demirsipahi, Enver Ören, İsmet Kür, Macide Tanır, Hasan Fehmi Konyalı, Mehmet Ali Birand, Ahmet Nergiz, Prof. Dr. Aydın Aybay... Karanlığa sığınanların bir de Gaziantep ayağı var. Bizi sarsan bu yitimlerin fotoğrafına sığan iki isim. Şair ve Alim İlyas Suran'la, Tiyatro ve Sinema Sanatçısı Hüsnü Alan. Ben onlara "Kültürümüzün İki Uç Beyi" diyorum. İki baskı yapan "Cuzî" adlı eserinde, sesini Yunus'un sesiyle, nefesini ise Mevlana'nın nefesiyle birleştiren İlyas Suran bizlere kalıcı bir eser bıraktı. Aşkın pınarını hak büngüldetir O büngültü levh-i mahfuzdan gelir Sen sirkeyi ruhunda bal ededur Bal arısı hak'kın hilminden gelir Diyen İlyas Suran'ın şiir sanatını analitik bir çözümlemeye tabii tuttuğum "Hacetçi Hüseyinzade İlyas Efendi yada Suranî Külliyatına Giriş" adlı yazımda; "Bu külliyatta, Onun Horasan-Erdebil yolunu izleyen mütefekkir nefesini, sufi geleneğini Mevlevi pervaneliğinde buluşturan o derinliğin izlerini sürmek ve kodlarını çözmekle kendimi mükellef sayıyorum" demiştim. İlyas Suran'la birlikte hayatının en verimli çağında aramızdan ayrılan Hüsnü Alan bir diğer kaybımız. Sahnelerin tozunu yutan ve sanatına aşık bir tiyatro ve sinema adamıydı Hüsnü Alan. Gaziantep'imizin Türk sinema ve sahne sanatına kazandırdığı değerlerden elbette biri ancak önde geleniydi. Cahit Saraç, Hüseyin Akkaya, Süleyman Karakuş, Ekrem Erkek gibi başı çeken Tiyatro sanatçılarımızın arasında adı her zaman saygıyla anılacak. Aynı sokaklardan geçtiğimiz, aynı kaldırımlara bastığımız ve vakur bir baş selamıyla merhabalaştığımız, bu küçük dev adam artık aramızda olmayacak. Dergimizin kendisiyle yapmış olduğu bir söyleşi, ilk ağızdan orijinal bilgileri içermesi açısından oldukça önemli izlekler taşımaktadır. Bu Hüsnü Alan röportajının bünyesinde muhafaza ettiği anlam hiç şüphesiz "Gaziantep Life"ın üstlendiği misyonla doğru orantılı bir şekilde işleyen genel realitenin ta kendisidir. Zira "Gaziantep Life" Gaziantep'in Kültür ve Sanat dağarcığını tazelemekle kalmıyor. Gazişehrin geçmişine ait içtimai hayatına sahiplik ederek, günümüz cemiyet hayatını ve insan figürlerini de ayrıca resmediyor. Bu yayınlar adeta şehrin kendi silüetini görmesine yardımcı olan bir aynaya dönüşüyor. Peki, kaybettiklerimizin yerini doldurabilecekmiyiz? Okumayan, yazmayan, sanata burun büken, kültüre zılgıt çalan ve popüler kültürün kirlettiği genel kabulün içinde yitip giden bu yeni jenerasyonla fazlasıyla zor. Hüsnü Alan'ı ve İlyas Suran'ı unutmayacağız.