Değerli okurlar, bu haftadan itibaren her Çarşamba bu köşede sizlerle buluşmayı ümit ediyorum. Yazmak benim için bir çeşit terapi, en güvenli alanlardan biri. Bu alanı sizlerle paylaşacağım için çok mutluyum. Peki heybemizde neler var? Aslında çok kesin çizgelerle sınırlandırmıyorum kendimi. Hayatın içinden aktüalite, sağlık, kadın, kalkınma, pozitif psikoloji, eğitim, kişisel gelişim, sivil toplum çalışmaları, proje yönetimi, politika, sosyal konular… Yani benim penceremden süzülenler bunlar. Ben öğrenmeyi bir süreç olarak görüyorum ve yaşam boyu öğrenme felsefesine inanıyorum. Dolayısıyla bu süre zarfında, siz de benimle iletişime geçerseniz çok mutlu olurum, eminim ki sizlerden öğreneceğim birçok konu olacaktır ve bunları benimle paylaşma lütfunda bulunursanız kendimi çok şanslı addederim.

Açılışı en sevdiğim konulardan biri olan KALKINMA ile yapmak istiyorum izninizle;

Sadece şikayet etmeyip çaba gösterenlere atfedilmiştir...

Bizim gibi gelişmekte olan, sözün özü az gelişmiş ülkelerde yaşayan gençlerin en büyük sorunu aslında işsizlik değil. Asıl sorun yeterli beşeri sermayeye sahip olmamak. Yetkinliklerimizi, mesleki bilgi ve becerilerimizi geliştirememek.

Geliştiremiyoruz çünkü bence yeterince çalışkan değiliz! Ve de hep fırsat azlığından yakınıp dururuz. Evet, fırsatlarımızın az olduğu doğru, peki ama biz kendimize fırsat yaratmak için yeterli çabayı gösteriyor muyuz?

İş kurabilecek beşeri sermayeye ihtiyacımız var!

İşsizlikten yakınıyoruz ama istihdam yaratmak adına bir çabamız da yok. Neden iş aramak yerine iş sağlar konuma gelmeyi denemiyoruz? Bu sorunun cevabı için ilk akla gelen 'bir iş fikrimiz yok, olsa bile bir iş nasıl kurulur bilmiyoruz. oluyor.

Zaten bütün cevaplar aynı noktada birleşiyor. Beşeri sermaye eksikliğinde… İş bulamamak da, iş yaratamamak da bilgi eksikliğinden kaynaklanıyor.

Kaçımız AB fonları, Dünya Bankası kredileri veya küçük girişimciyi desteklemek için verilen mikro kredilerden haberdarız? Televizyon izleme alışkanlığımızdan dolayı sadece haberlerde izlediğimiz kadarı ile yüzeysel biliyoruz. Daha fazlasını nerden öğrenirim ya da elimden ne gelir diye kendimizi sorgulamıyoruz.

Kendimizi iş piyasasının gerektirdiği becerilere göre yeniden donatmalıyız!

Kaldı ki tek çözüm girişimci ruha sahip olup iş potansiyeli yaratmak da değil. İnsan kaynakları ekleri iş ilanları ile doluyken, eğer bir genç iş bulamamaktan şikayetçi ise pozisyona ilişkin becerileri kazanmak adına çaba göstermesi gerekiyor demektir. Bunun için çeşitli meslek kurslarına gitmenin yanı sıra entelektüel birikimini arttırmak adına çaba göstermesi de gerekli. Elbette küresel mali kriz tüm dünyayı olduğu gibi bizi de etkiledi ve istihdam daralması yaratması kaçınılmaz. Ancak krizler geçicidir. Neticede ekonomi yine düzlüğe çıkar ve istihdam artışları yaşanır. İşte biz şimdi iş bulamasak da, krizin etkileri geçtikten hemen sonraki pozisyonlara uygun nitelikleri kazanmak için eğitim almaya devam etmeli, kendimizi geliştirmeye ara vermemeliyiz.

Yaşam Boyu Öğrenmeyi Mazeretsizce Özümsemeliyiz!

Eğitimde yeni trend yaşam boyu öğrenme modeli. Özel bir kurumdan eğitim almanın çok maliyetli olduğunu düşünebiliriz, eğer buna gücümüz yoksa öncelikle ücretsiz tüm kursları bitirmeli (not: halk eğitim merkezlerinin, belediyelere bağlı çalışan kurumların, okulda öğrenci kulüplerinin açtığı sayısız ücretsiz kurs mevcut, hatta inanması zor ama özel üniversiteler bile ücretsiz kurslar açıyor, seminerler veriyor, kongre ve konferanslar düzenliyor, tek ihtiyacınız olan kapsamlı bir araştırma), sıra mali kaynak gerektirenlere geldiğinde ise bir arkadaş grubu oluşturarak o kursun ortamını kendi kendimize yaratmayı denemeliyiz.

Nasıl mı?

Örneğin İngilizce kursuna gitmemiz lazım ancak paramız yok. İnternette 100ün üzerinde ücretsiz İngilizce öğreten site var. Ya da üç ya da dört arkadaş bir araya gelip, İngilizcesi iyi bir arkadaşımızı hoca tayin edip haftanın bir günü okulda kütüphanede yada arkadaşlarımızın evinde İngilizce çalışabiliriz. Grup halinde çalışmak bizi hem motive eder, hem de dil öğrenmenin doğası gereği pratik imkanı sağlar. Orijinal sesli ama alt yazısı Türkçe filmler alıp film günleri düzenleyebiliriz. İnternet vasıtası ile yabancı bir arkadaş edinebilir, onunla düzenli mailleşebilir ya da Skype üzerinden sohbet edebiliriz. Kendi kendimize yaratacağımız kurs ortamı için en basit örnek İngilizce diye düşünebilirsiniz.

Diyelim ki siz başka bir konuda ileri düzeyde uzmanlaşmak istiyorsunuz. Mesela bu konu yönetim bilimleri olsun. Bu tür bir kursa gitmenin maliyeti çok yüksek. Peki o zaman bu ciddi uzmanlık isteyen kurs ortamını nasıl yaratacaksınız? Yine bir grup arkadaş ile kafa kafaya verip bu konuda o ana kadar yazılmış bütün kitapların, yüksek lisans ve doktora tezlerinin ve basılı diğer materyallerin listesini yapmak, hatta bu konuda televizyonda bir program varsa listeye onu da ekleyip işe başlayabilirsiniz. Bu bir kaynak araştırma sürecidir. Konu ile alakalı çalışan meslek odaları gibi sivil toplum kuruluşlarına gidip danışmak, varsa toplantılara katılmak hatta aktif üyeleri olmak da bize çok güzel kapılar açabilir. Konunun uzmanları ile tanışmak ve onlardan tavsiyeler almak da bir diğer önerim. Ardından bir görev dağılımı yaptıktan sonra öğrendiklerinizi birbirinizle paylaşarak bilgi dağarcığınızı genişletmeniz mümkün. Hatta daha da ileri gidip bu konu hakkında makale yazıp yayınlatırsanız çalışmanızın ürününü almanın mutluluğunu da yaşarsınız. Bu tür bir çalışma size hem takım çalışmasını öğretecek hem zaman kazandıracaktır. Üstelik maliyeti sıfır.

Bir kere kütüphaneye girip kitap tozu yutmanın hazzını duymak, araştırmacı sıfatı ile kaynak taramak, öğrendiklerimizi akranlarımızla paylaşmak, kişisel gelişimimiz için çok büyük bir adım. Ayrıca bunu çok daha ciddiye alıp önce sunum yapma tekniklerini öğrenerek (internette bu konuda çok sayıda kaynak mevcut) arkadaşlarımızı bir seminer havasına sokup sunum becerilerimizi de geliştirebiliriz.

Umut gençlikte!

Biz meslek olarak ne seçersek seçelim öncelikle okuyup öğrenen ve bunları yazarak paylaşan bireyler olmalıyız. Bir ülke ancak vatandaşları kendine yeter hale geldiğinde kalkınır. Ne zamanki dış borçlarla ayakta kalmaya çalışmak yerine ülkemizin potansiyelini harekete geçirmek üzere yerimizden kalkarız, işte o zaman hayalini kurduğumuz refah toplumu olabiliriz. Ülkemizin potansiyelini harekete geçirmek için ise ilk önce birey olarak kendimize güvenmeli, potansiyelimizi keşfetmeli ve çaba göstermeliyiz. Tüm bunları yapmadan şikayet etmeye hakkımız olmadığını unutmayalım. Bir ülke kalkınmasını ancak yurttaşları inisiyatif alıp sorumluluklarını yerine getirirse gerçekleştirebilir. Bunun için en büyük görev toplam nüfusumuzun % 56sını oluşturan 25 yaş altı gençlerimize düşmekte. Çok iyi bir potansiyelimiz var, eğer doğru alanlara kanalize etmeyi becerebilirsek kalkınmamızı gerçekleştirebiliriz. Aksi halde bugünlerimizi bile arayabiliriz.

Unutmayalım, kalkınma bireysel sorumluluk gerektirir!