Artova'da alışveriş yapmaya uygun, çeşidi bol bir tek market vardı. Tren istasyonuna bitişik olan bu markete sigara almak için girdim. Ancak benden önce gelen iki kişi market sahibi ile tartışıyordu. Kavga çıkarmak için adamın üstüne gitmekteydiler. Market sahibi de alttan alıyordu. Tartışan kişileri tanımıyordum ama gerilen havayı görünce dayanamadım.

-Sorununuz neyse konuşarak çözebilirsiniz. Konuşarak çözmek tartışmayı uzatmaktan iyidir, dedim.

Adamlardan biri bana dönerek;

-Sana ne lan it? Hariçten gazel okuma, çek git işine, diye tersledi.

Canım sıkılmıştı. Oradan ayrılarak polis karakoluna gittim. Küçücük yerde gidecek ve sohbet edecek başka bir yerim yoktu. Arkadaşlarla sohbet ettim ama marketteki olaydan hiç söz etmedim. Karakola sürgün gelen, Osman adında Adanalı bir komiser vardı. Onun uygulamalar sırasındaki davranışlarını konuştuk daha çok. Çünkü genelde çok sert davranıyordu. Bir uygulama sırasında karşısında çiklet çiğneyen birini fena benzetmişti.

Aradan birkaç gün geçti. Bir ikindi vaktiydi. Cadde üzerinde, kapı arasında bira satan bir yer vardı. Herkes oradan birasını alır sokakta içerdi. Ben de o yerin yakınındaydım. Markette tartışan ve beni tersleyen adam oradaki birkaç kişinin arasından sıyrılıp elinde bira şişesiyle yanıma geldi. Hemen ve herkese duyuracak şekilde söze başladı;

-Karakola gidip beni şikayet etmekle eline ne geçti? Karakoldakilerin hepsi de benim arkadaşım. Seni defettiler işte. Aklın başına geldi mi?..

Bir an düşündüm. Şikayet filan etmemiştim. Ayrıca karakoldan da kovulmamıştım. Düşünürken karşıdan komiser Osman beyin geçtiğini gördüm. Yüksek sesle;

-Osman bey, diye seslendim.

Osman bey durdu. Yanına gittim. Bana sataşan adamı göstererek;

Geçen gün karakola geldiğimde şu adamı size şikayet etmişim. Siz de beni kovmuşsunuz. Kendisinin dostu ve arkadaşı olduğunuzu iddia ediyor.

Osman bey göz ucuyla adamı süzdü.

-Git çat eşşoğlu eşeğe, dedi.

Ben Osman beyle konuşurken kendisi az ötede, köşe başında bulunan kumarcı kahvesinin önündeki bir masaya oturmuştu. Yakından bir sandalye alarak sert bir şekilde masasının yanına indirdim. Kendisi az önce nasıl yüksek sesle konuştuysa ben de aynı ses tonuyla söze başladım;

-Ulan şerefsiz herif. Geçen gün insanlık olsun diye sana bir tek söz söyledim. Olayı buraya kadar getirdin. Hayvan herif. Yabancıyım diye hor mu görüyorsun, diyerek hakarete başladım. Hemen on onbeş kişilik bir kalabalık başımıza toplandı. Ben ne kadar hakaret etsem kendisi;

-Tamam abi, tamam abi, diye geçiştiriyordu. Zaten sürgün yüzünden sinirlerim gergindi. Bir yandan da toplanan kalabalığa karşı dikkatli ve hazırlıklı duruyordum. Çünkü Artova'da tartışmanın konusuna, haklıya, haksıza bakılmazdı. Bir yabancı bir Artovalı ile tartışıyorsa yabancı haksızdı. Toplu halde başına çökerlerdi. Ancak Osman bey de yakındaki bir dükkana girmiş, hazır ve tetikte bekliyordu. Osman beyin beklemesi, benim de cesaretim nedeniyle kimse olaya müdahale etmedi. Seyircilerin arasında dostum olan eski muhtar da vardı.

Adam hakaretlere katlanıp ses çıkarmayınca oradan ayrıldım. Eski muhtarla beraber yan yana yürüdük. Ancak eski muhtar bir yandan sevinçle gülüyor, bir yandan da konuşuyordu.

-Hocam ne iyi ettin şerefsiz herife. O adam Artova'nın kabadayısı. Bütün ilçe elinden illallah ediyor. Dersini iyi aldı. Artık kimseye sataşamaz. Yaşa, varol sen. Diline sağlık…

Muhtarın bu sözleri üzerine sert kayaya çattığımı anladım ama yaptıklarımdan da pişman değildim. Her kuşun etinin yenmeyeceğini birinin ona anlatması gerekiyordu.

Bunu anlatmak da bana düşmüştü.