Yazılarımda sürekli karamsar ve kötümser bir tablo çizdiğimi düşünen okurlarım mutlaka olacaktır. Bu açıdan bakan okurlarıma yazdıklarımın doğru mu, yanlış mı olduğunu düşünmelerini öneriyorum. Çünkü, mızrak çuvalda gizlenmiyor. Gerçekler beni yine karamsar bir tablo çizmeye zorlamakta. Türkiye ekonomisine ülke dışından baktığımızda görülen genel tablo nedir? Devlet iç ve dış borç batağında. Tefeci kucağına oturmuş müflis tüccar özelliği taşımakta. Hem kendi halkından, hem de ülke dışındaki para babalarından faiziyle borç alıp yaşamaya çalışıyor. Üstelik aldığı borca karşılık ödeyeceği faiz dışında bir takım tavizler de vermek zorunda bırakılmakta. Ülkenin en değerli ve hayati kurumları kelepir fiyatlarla yabancılara satıldı. Yönetenler satılmaya uygun yeni değerler arayışı içinde. Ancak, bu kadar borca rağmen harcamalarda en küçük bir kısıntı yok. Vur patlasın, çal oynasın havası hâkim. Girdilerin yüksekliği ve ürünün para etmemesi, üreticinin sürekli zararda olması nedeniyle tarım kesimi iflas etmiş durumda. Tarım ürünleri ve gıda üretiminde dünyanın kendine yeterli altı ülkesinden biri konumundaki ülkemiz, artık yetersiz duruma düşmüştür. Yurt dışından tarım ürünlerine dayalı gıda maddeleri ve tarıma dayalı sanayi ürünleri ithal etmekteyiz. Kentlerde yaşayan esnaf kesimi bankalardan aldığı destek kredileri ile ayakta durmaya çalışırken, bankaların hizmetkârı konumuna gelmiştir. Çaresizlik, geçim sıkıntısı ve süper marketlerin etkisiyle birer birer iş terki yapmaktalar. Halkın bir buçuk milyonu kredi kartı takibinde. Bu şahısları ortalama dört kişilik aile olarak düşünürsek altı milyon kişi kredi kartı mağduru. Mağdur adaylarını da hesaba katarsak rakamlar on milyonu bulacaktır. Kapkaç, hırsızlık, dolandırıcılık, kaçakçılık, kumar, fuhuş esnafı(!) yasal yollardan çalışmadıkları için sayılarını tespit etmek mümkün değil. Tespit etmek mümkün olsaydı ortaya çıkacak rakamlar bizi hayretler içinde bırakırdı. İşleri yolunda olanlar yalnızca bu kesimde icraat yapanlardır. Küçük ve orta boy işletmelerin (KOBİ) üretimleri üstte saydığım kesimlere yönelik olduğundan, züğürt müşterilere hitabeden bu tür işletmeler de batmış durumda. Sanayi kesiminde rüzgârlar nasıl esiyor acaba? Türkiye'de sanayide lider iki kent var. Birisi Gaziantep, diğeri Bursa. Gaziantep'i yakından izliyorum. Gaziantep'te tam kapasite çalışan fabrika sayısı il geneline göre sembolik rakamlara düşmüştür. Birçok fabrika üretimini durdurdu. Bir kısmı da atıl durumda kalmamak için sembolik (% 20) üretim yapmakta. Ülke genelinde iflaslar gittikçe artan bir hızla devam ediyor. İflasları günlük intiharlar takip etmekte. Geçim sıkıntısı ve yoksulluk yüzünden boşanma patlaması yaşanıyor. Yani yoksulluk aile düzenini de bozmakta. Memur, işçi, emekli, dul ve yetimlere yapılan yüzde dörtlük zamlar bu kişiler için en hayati önem taşıyan su paralarını bile ödemekten aciz. Aralarında tanıdıklarım var ve günde üç öğün yemeği ikiye indirenler biliyorum. Dünyanın en geri kalmış veya en gelişmiş hiçbir ülkesinde Türkiye'mizdekine benzeyen, akıl, mantık ve bilim dışı saçma uygulamalar yoktur. Devlet halkın devleti. Halkın ödediği vergilerle ve devlete sadakatiyle yaşamakta. Halkı perişan ve yoksul bırakırsanız devlet hangi kaynaktan beslenecektir?.. Halkı aç ve yoksul bırakmak, sonra da içerden ve dışardan borçlanarak halka yardım (sadaka) dağıtmak hangi bilimsel devlet yönetimi anlayışıyla bağdaşmakta? Bu işler Beyoğlu'nda dilenip Üsküdar'da sadaka dağıtarak yürür mü? Tamamı borçla yaşayan bir ülke bu şekilde ne kadar yaşayabilir? Devleti yönetenler halkı kaz yerine koyarak, yolmak için kovalarken, halk da devletten kaçmak için saklanırken, devlet hangi gelirle ayakta duracaktır? Seçim dönemi yaklaşınca Ankara'nın kirli çamaşırları sergilenmeye başlandı. Bazısı belgelerle ispatlanmış, bazısı söylentide kalmış bu kirli çamaşırların kokusu yurt dışına bile taşmış durumda. İmam yellenirse cemaat ne yapar dersiniz? Mevcut yönetime sorarsanız ülke mutlu, huzurlu, güllük, gülistanlık… Doğrudur. Yetmiş milyonun arasında yedi yüz kişinin durumu son derece iyi. Bu yedi yüz kişi de az kazanıyor. Asgari ücretliden az vergi ödüyor. Ancak, her ne hikmetse, lüks villalar, lüks arabalar, ticaret gemileri alabiliyorlar. Yurt dışında uzun süreli tatiller yapıyorlar. Padişah Deli İbrahim bir gün ava çıkar. Yüksekçe bir tepeden çevresine bakar ve lalasına sorar; --Lala, bu görünen yerlerin hepsi bizim mi? Üç kıtaya yayılmış bir imparatorluğu tepeden gördüğü yerler kadar sanan, hatta emin olmayıp lalasına soran bir padişah. Yolsuzluğa ve yoksulluğa son sloganıyla başa gelen yönetim de (tuzunun nasıl kuruduğu belli olmayan) bu yedi yüz kişiyi ülkenin tamamı sanmakta. Galileo inadıyla ülkenin mutlu ve şen olduğunu savunmakta. Binmişiz alamete, yolcuyuz kıyamete…