Sinemamızın son dönem genç yönetmenlerinden Serdar Akar'ın bundan tam on yıl önce gösterime giren “Dar Alanda Kısa Paslaşmalar” filminin afiş sloganıydı: “Hayat, futbola benzer fena halde…” Bu haftaki Sivas maçı kaçan sayısız gol pozisyonlarıyla ve etkisiz rakibin tek pozisyon bulup iki gol atmasıyla sonuçlandı. Bu maç, bize Nobel ödüllü edebiyatçı ve filozof Albert Camus'nün “Ahlaka dair ne öğrendiysem futboldan öğrendim; çünkü top hiç beklediğim köşeden gelmedi.” sözünü hatırlattı. Sözü söyleyen Albert Camus (telafuzu biraz dert de olsa “kamü” şeklindedir.) gibi hayatının bir döneminde kalecilik yapmış, “hayatın anlamı ve anlamsızlığı” üzerine onca kafa yormuş, 20. yüzyılın en değerli filozoflarından biri olunca elbette ki dikkate alınmaya değer bir durum çıkıyor ortaya. Sivas maçında olanlar, birçoğumuzun trajik hayatından bir kesit gibiydi. Zaten maçın sonunun trajedi olacağını maç daha 2-1 iken hayat tecrübesi bizden çok olan babam tarafından kaçan goller üzerine dile getirilmişti: “Bu maç, 2-2 biter.” Hepimiz şöyle dönüp hayatımıza bir baktığımızda hayatımız boyunca birtakım amaçlar peşinde koşup durduğumuzu görürüz. Çoğu zaman “tam hedefe ulaştığımızı” sandığımız anda beklemediğimiz bir yerden veya kişiden gelen engelle, bilindik bir tabirle, apışıp kalırız. Bu hafta Sivas maçında olanlar fena şekilde hayata/hayatımıza benziyordu. Futbolcular ellerinden geleni yaptı. Birçoğumuzun hayatında yaptığı/olduğu gibi… Ancak şansızlık ve beceriksizlik gibi faktörler sonucu meşin yuvarlak iki defadan fazla filelerle buluşamadı, bizim adımıza… Üstelik gol olan pozisyonlar daha zorlu pozisyonlardı. Takım dönem dönem Barcelonavari atak organizasyonları bile geliştirdi, futbol ziyafeti çekti tribündekilere. Nurullah Sağlamlı dönemleri andık bir ara tribünlerde… Bu noktada takıma fazla yüklenmek de haksızlık olabilir. Lakin rakibin de bu sezonun en kötü futbol oynayan takımlardan biri olduğunu unutmamak gerekir. Dört haftadır bırakın puan almayı, gol atmayı dahi unutmuş bir rakipti. Bu arada altı haftadır üç puan alamadığımızı da unutmayalım. Son dakikada gelen golün de baraja çarparak yön değiştirmesi bir dönem kalecilik yapmış Albert Camus ile kaleci Mahmut'un aynı düşüncede buluşmasını sağlayan bir an gibiydi. Evet, futbol ve hayat birbirine çok benziyor, ikisinin de “ahlak”ı aslında tutarlı bir değere dayanmayan, duruma göre değişen, beklenmedik kişi ve olayların beklenmedik durumlarından öğrenilen bir “ahlaksızlık” özünde. Maçtan sonra yaşananlar ise “hayal kırıklığı” ile sonucu kabullenememe, reddetme, sorumluluğu başkalarına yükleme süreciydi. Onlarca kişinin sahaya atlaması ancak “derin hayal kırıklıkları” ile açıklanabilir. Biraz da komşu şehir Diyarbakır özentisiyle… Soğukkanlı olmak, tabii ki temenni edilir böyle anlarda; ama çok da adil değil bunu beklemek. Bu vesileyle haftalardır yüklendiğimiz Diyarbakırspor taraftarlarının psikolojisini de bir nebze anlayabiliriz belki. Evet, futbol fena halde hayata benziyor… Birçok sefer bizi hayal kırıklığına uğratsa da onu bırakamıyoruz. Gerçi aramızda buna cesaret edenler de yok değil… Bunun nedeni de yine Camus'nün futbolla ilgili şu sözlerinde yatıyor olsa gerek: “Hayat hakkında düşünmekten sadece futbol oynarken kurtulabiliyorum.” Aslında hepimizin ihtiyacı olanı bu hafta Mr.Jose dillendirdi: “Eğer bir yerlerde satılıyorsa, şans satın almak istiyorum.”