Bir şubat tatili günü. Dışarıda müthiş kar fırtınası var. Sobayı yakmış pencereden fırtınayı keyifle seyretmekteyim. Demli çayım önümde. Öğle sonuydu. Kapı çalındı ve açtım. Karşımda orta yaşlı bir adam;

-Hocam bir hastamız var. Bizi hastaneye götürür müsün?

-Bu kar fırtınasında gidemeyiz kardeşim. Yolda kalırız.

-Hocam elini ayağını öpeyim. Hastamız doğum hastası. Burada kalırsa ölecek.

Bu sözler üzerine akan sular durdu.

-Karda yokuş yukarı köyün içine giremem. Git hastayı buraya getir, dedim.

Adam hızla uzaklaştı ama lapa lapa kar yağmakta, hem de esen rüzgar karları savurarak görüş mesafesini beş on metreye indirmekte. Bu havada yola çıkmak akıllı adamın yapacağı bir iş değil. Ancak hasta sahibi de benden imdat beklemekte. İçimden ''gideceğim'' dedim.

Biraz sonra hastanın bir koluna kocası diğer koluna bir kadın girmiş. Evin önüne getirdiler. Hacı Murat'ı garaj olarak kullandığım ahırdan çıkardım. Erkek öne, iki kadın arka koltuğa bindiler. Yokuş aşağı ikinci vitesle ve sabit gazla yola çıktık. Gazdaki düşme veya yükselme patinaj yaptırarak yolda kalmamıza sebep olabilirdi. Gazı ayarlayarak tekerin dönüş hızını sabit tutmak gerekiyordu. Yolda kalırsak yardım isteyeceğimiz yakın köyler vardı ama Çamlıbel'den sonra yardım isteyeceğimiz kimse yoktu.

Yolun devamı düz, köyler arasında da iz olduğundan Sivas Tokat yoluna kadar sorunsuz olarak geldik. Bu noktadan sonra Sivas Tokat karayolu kısa süreli düz yol olarak devam eder, ardından on sekiz kilometrelik Kızıl İniş başlardı. Kızıl İniş bir yanı sarp dağlar, diğer yanı uçurum olan ve virajlardan oluşan bir geçitti.

Sivas Tokat karayoluna çıkınca kar fırtınasının ve rüzgarın yolu kapattığını gördüm. Ancak çok dikkatli bakıldığında yolun bulunduğu kısım kar düzlüğü halinde uzayıp gitmekteydi. Yola mercekle baksanız buralardan daha önce birilerinin geçtiğini gösteren en küçük bir iz bulamazdınız.

Aracı üçüncü vitese aldım. Hafif gaz vererek hızlanıp yola koyulduk. Ancak rüzgar karı savurduğundan kar yukardan aşağı değil de karşıdan ön cama doğru yağıyordu. Rüzgar şiddetlenince de kar sisi içinde kalıyor yolu ve yönü şaşırıyordum. Zaten yolu da görerek değil, tahmin ederek ilerlemekteydim.

Bu şekilde Kızıl İniş'in başlangıç noktasına kadar geldik. Yolu ezbere bildiğim için bütün virajları da biliyordum. Başlangıç noktasında yol geniş bir yay çizer, ardından bir viraja girerdi. Yolun en tehlikeli yeri de burasıydı. Çünkü rüzgara tümüyle açıktı. Buzlanma en çok burada olurdu. Sözünü ettiğim virajı da aldık. Ancak virajın ardından araç sağa sola kaçmaya başladı. Sağ tarafım uçurum, sol tarafım dağ. Direksiyon hakimiyetini kaybederek ve sağa sola savrularak giderken arkada kadınlar bağırıp çığlık atmaya başladılar. Buraya kadarmış, sonumuz geldi diye düşünürken yolun solunda, dağ tarafında minik bir boşluk gördüm. Büyük bir çabayla aracın burnunu o boşluğa doğru çevirip gaza bastım.

Araba durdu. Burnu aşağı inmiş ve kara gömülerek stop etmişti. Yolun en tehlikeli yerindeydik. Burada uçuruma yuvarlansak herhalde birkaç gün sonra bizi bulurlardı. Belki de aylar sonra…

Araçtan inerek çevresini kontrol ettim. Geri çıkmaya çalıştım ama ne mümkün. Yanımda oturan hastanın kocasına inip önden itmesini söyledim. İndi itmeye başladı ama çıkamıyoruz. Bu arada saçlarımın alnıma dökülen uçlarında ve bıyıklarımda buz parçacıklarının oluştuğunu hissettim. Arabayı çıkaramayınca arka koltukta oturan hasta ile yardımcısı olan kadın da indiler. Üçü birden arabanın önünden itmeye başladılar. Bir süre sonra arabayı yola çıkarmayı başardık. Keskin bir soğuk vardı ve kar fırtınası devam ediyordu. Bu yola çıktığımız süre içinde yoldan geçen bir tek araca bile rastlamadık.

Araç yola çıkınca yolcularım hemen binmeye başladılar. Hacı Muratların kaloriferi harikadır. Bindiler ve biraz ısındılar. Sonra;

-Siz inin. Karşıdaki virajı dönüp sizi bekleyeceğim. Oraya kadar yürüyün, dedim. İndiler. Birinci vitesle ve kar şoförü ustalığımın tümünü kullanarak, yavaş yavaş ilerleyip virajı döndüm. Emin yere geldikten sonra durup beklemeye başladım. Yolun devamı iniş olduğu için aracı hareket ettirmek kolaydı.

Yolcularım geldiler. Önceki gibi herkes yerine bindi. Kar karşıdan yüzüme doğru yağarken, ezberlediğim virajları birer birer dönerek Tokat'a kadar geldim.

O yıllarda Tokat Devlet Hastanesinin doktorları ve bütün çalışanları harika insanlardı. Hepsi de benim göl mavisi rengindeki Hacı Murat'ımı tanıyorlardı. Çünkü sık sık hasta götürmekteydim. Öğretmen olduğum için de ayrıca saygı gösteriyorlardı. Hastane bahçesine girince hastabakıcılar sedyeyle koşup geldiler. İçlerinden biri alaycı bir tavırla;

-Yine mi geldin hocam? Yahu bu fırtınada nasıl geldin sen? Hızır mısın yoksa, diye şaka yaptı.

Götürdüğüm hastalarla ilgilenir sonucun ne olduğunu anlamadan geri dönmezdim. Yine aynı şekilde davrandım. Hastaneye girdik. Doğum doktoru geldi. Hastayı muayene etti. Yüzüme bakarak;

-Ya hocam bunun için mi bu fırtınada yollara düştünüz? Bu hastanın henüz doğum vakti değil. Siz gidin isterseniz, dedi.

Fırtına yavaşlamıştı. Günçalı minibüslerinin hareket ettiği Paşa Camisi'nin yanına gittim. Tek başıma yola çıkmaya cesaret edemiyordum. Ayrıca Hacı Muratlar arkadan çekişli olduğundan tekerlerin yer tutması için aracın arkasında yolcu olması gerekiyordu.

Günçalı minibüsünde beş kişinin oturduğunu gördüm. Şoföre;

-Bu yolcuların sana verecekleri yol ücretlerini ben ödeyeyim sana ama yolcuları bana ver. Boş olarak Kızıl İniş'i çıkamam. Akşam da yaklaşıyor. Yolda kalırım.

-Olmaz hocam. Ya ben yolda kalırsam arabayı kim itecek?

Onlardan umudu keserek trafik polisi hemşerim Yılmaz Zembilören'i buldum. Durumu anlattım.

-Sana zincir bulalım abi dedi. Taksi duraklarını dolaşmaya başladık. Taksiciler müşteri bulduklarında yolda kalacaklarını söyleyerek zincir vermediler. Yılmaz bey o gün Tokat'ta kalmamı ve misafiri olmamı istedi. Kabul etmedim.

-Gideceğim, evden merak ederler, dedim.

Arabaya binerek yola çıktım. Tokat Sivas yolu bir kilometre kadar düz olarak gider. Ardından Kızıl İniş'in dik ve virajlarla dolu yokuşu başlar. Öyle ki, yolun ortasında yaz aylarında su kaynatan arabaları serinletmek için bir çeşme bile vardır.

Yolun düz kısmından hız alarak Kızıl İniş yokuşuna vurdum arabayı. Birinci viraja varmadan patinaj yapıp kaldı. Geri geri giderek tekrar hız alıp tekrar yola çıktım. Yine birinci virajda kaldım. Belki beş altı kere tekrarladıktan sonra Kızıl İniş'i çıkamayacağımdan emin oldum. Aracın içinde düşünmeye başladım.

Günçalı minibüsü bana o yolcuları verseydi ben bu yokuşları çıkardım diye düşünürken aklıma bir hinlik geldi. Araçtan indim. Yolun çevresindeki minik kar tümseklerine ayağımla vurmaya başladım. Hangisinin altından taş çıktıysa aracın arka koltuğu ile ön koltuğu arasına doldurdum. O kısım dolunca arka koltuğun üzerine de doldurdum. Taş doldurma işlemi bittikten sonra geri geri giderek düzlüğe indim. Arabaya hız vererek yola devam ettim. Hayret birinci virajı dönmüştüm. Ayağımı gazda sabit tutarken arabada yavaşlama hissettiğimde hafiften dokunuyordum. Kar fırtınası da durmuştu zaten.

Sorunsuz olarak Günçalı girişindeki yokuşu da çıkınca arka koltuktaki taşları yolun kenarına boşalttım. Eve girince derin bir nefes aldım. Hem macera yaşamış, hem tehlike atlatmış, hem insanlara iyilik etmiştim.

Aradan günler ve haftalar geçti. Götürdüğüm hastanın eşi bir teşekkür için de olsa yanıma uğramamıştı. Gerçi son derece saf biri olduğunu yolculuk sırasındaki sohbetlerimizden anlamıştım.

Adam birkaç hafta sonra yanıma geldi. Teşekkür etti.

-N'oldu ya ? Eşiniz o gün doğurdu mu, diye sordum.

-Yok hocam dedi. Götürdüğünüz günden tam bir ay sonra doğurdu.

O günden beri bir tehlikeye gireceksem gireceğim tehlikeye değecek kesin sebepler aramaya başladım.