'Edeb' yolundan geçiyor 'Edebiyat'ın menzili. Yani iyi bir edebiyatçı yahut iyi bir şair önce edebi bilmeli. Temeli sağlam olmayan yapının duvarlarına güven olmaz zira.
Peki nedir 'Edep'ten kastımız? Saygı, hürmet ya da yapılanlara sessiz kalmak mı? Kısmen belki öyle ama genel manada asla bunlar değil. Önce aşka olan sabırdır mesela benim için edebin ilk sırasında yer alan. Ne Şems, Şems olmak için uğraştı; ne de Mevlana, Mevlana olmaya çabaladı çünkü. Yunus Emre bilmiyordu bile aslında evliyalar mertebesine yükseldiğini. Onları 'Aşk' eğdi, büktü ve o kıvama getirdi.
Tasavvuf terbiyesinin başında gelir bir şeye sevdalanmak. Bir vatana sevdalanırsın, İstiklal Marşı yazarsın, bir güzele bağlanırsın bohem hayatından Üstad'lığa yükselirsin. Arvasi Hazretleri'nden önce de şairdi Necip Fazıl ancak Arvasi'den sonra Üstad oldu. Neden dersiniz? Çünkü sevdi. Hatta 'Çile' çekti. Aşk çilesi. Dava çilesi. Hatta Necip Fazıl'ın 'Çile' isimli şiir kitabının ismini Arvasi Hazretlerinin koyduğu söylenir. Hazret'e kitabını okutmak ve ne isim vermesi gerektiğini sormak için yanına gittiğinde Nacip Fazıl'a, "Sen çilelerini anlatmışsın. Çile olsun kitabın ismi" dediği anlatılır Arvasi Hazretlerinin.
Yüksek egodan, mütevaziliğe gidiştir 'Edeb'iyat yolculuğu. Şiirler de edebi türlerin zirvesi olduğuna göre şairler de mütevazilerdir. Ancak mütevazilik sürekli alttan almak, haksızlığa boyun eğmek değildir. Aksine haksızlığa en fazla kükreyen şairlerdir. Olmalıdır da.
"Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem" diyen milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy şöyle devam etmiyor mu şiirine:
"Üçbuçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam
Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam
Yumuşak başlı isem kim dedi uysal koyunum
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum
Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim
Adam aldırmada geç git!, diyemem aldırırım
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım
Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu
İrticâın şu sizin lehçede ma'nâsı bu mu?"
Yine Ahmet Arif diyor ki:
"...Ve ben şairim
Namus işçisiyim yani
Yürek işçisi
Korkusuz, pazarlıksız..."
Bu mısralarıyla anlatıyor Ahmet Arif de şairlerin korkak olmaması gerektiğini. 'Yürek işçisi' diyor onlar için. Yürekten damıtılan duyguların şekil almış şeklidir çünkü şiirler. Yine 'Vasiyet' isimli şiirinde şöyle sesleniyor şair Abdurrahim Karakoç;
"İmansız askerin, korkak paşanın
Bir boyuna bir de enine tükür
Kaçarken vurulup yere düşenin
Bir leşine bir de kanına tükür
Ölürsen de hak yedirme, hak yeme
Aka kara, karaya da ak deme
Adaletten ayrılırsa mahkeme
Bir hakime bir de kanuna tükür
Millet parasından verdirme parsa
Edirne'den Van'a, Muğla'dan Kars'a
Nerede sahte bir kahraman varsa
Bir resmine bir de şanına tükür
Bırak hesabını ölüm kalımın
İnanmışa zulmü ne ki zalimin
Manayı reddeden sözde âlimin
Bir ilmine bir de fennine tükür"
Böyle sert bir şiiri yazan da aynı şair; Mihriban Türküsü'ndeki "Ayrılıktan zor belleme ölümü" dizelerini yazan, ölümü ayrılıktan evla gören de. Hatta "Yar deyince kalemi elden düşürecek" kadar yüreği titreyen de aynı şairdir.
Asi yanları da vardır, mütevazi tarafları da. Aşka boyun büküşleri de vardır, başkaldırışları da. Şairler haksızlığa başkaldırır. Nerde bir mazlum görse taa ciğeri yanar Akif misali ancak mazluma zulmedeni parçalayacak kadar da gözüpektir. Ancak şairin kükreyen tarafını görenler onu asilikle suçlar, asabiyetine sebep olan şeyi görmez. Demem o ki, şair hiçbir zaman edepsiz olmaz azizim. Haksızlığa boyun eğmek 'Edep' demekse sizin lügatinizde, Koca Yunus'un dizeleriyle cevap vermek istiyorum sizlere:
"Edebim el vermez edepsizlik edene
Susmak en güzel cevap edebi elden gidene"