Dönüş hazırlıklarımı yaptım. Ev toplandı ve kolilere dolduruldu. Bir kamyoncu ile anlaştım. Okulların açılmasına iki gün kalmıştı. İkindi zamanı eşyalarımızı yükledik. Kamyon hareket etti. Biz de gerekli gördüğümüz kişilerle vedalaşarak Hacı Murat'a bindik. Üç çocuk, eşim ve ben…

Kamyoncu ile Gaziantep girişinde buluşacaktık. Hangimiz erken gelirse diğerini bekleyecekti. Zile'den Artova'ya, Artova'dan da Sivas yoluna çıkan, nispeten yolu kısaltan bir ara yol vardı. Daha çabuk gitmek ve kamyona yetişmek için ara yola girdik. Gün batımına doğru Artova'ya yaklaştık. Arazide bir tren hattından geçmemiz gerekiyordu. Önce durdum. Hattın iki yanını kontrol ettim. Yavaş yavaş geçerken debriyaja basınca pedal kırıldı. Hemen çocukları ve eşimi arabadan indirdim. İtmelerini söyledim ama güçleri yetmiyordu. Tren hattında, rayların üzerindeydik. Raylardan uzaklaşmalarını söyledim. Aracı birinci vitese taktım. Yeni akü almıştım. Marşa bastıkça yavaş yavaş ilerledi ve rayları geçerek çocukları tekrar bindirdim.

Akşam ezanından sonra Artova'ya geldik. Polis karakolunda tanıdık arkadaşlar vardı. Birini bulup derdimi anlattım. Beraberce araştırarak bir tamircinin evini öğrendik. Adamı getirdik. Dükkanı açarak debriyaj pedalını kaynatıp yerine taktı. Yine ara yoldan giderek Tokat Sivas karayoluna çıktık.

Vitesi yükseltip hız almaya başladım. Artık yedi yıl sürgün yaşadığım Tokat'tan uzaklaşmaya, memleketim olan Gaziantep'e yaklaşmaya başlamıştım. Sürgün yıllarım anılara gömülüyor, hayatımda bir tarih kapanıp yeni bir tarih başlıyordu.

Tokat Gaziantep arası on iki saatlik bir yol. Issız, karanlık ve dar. Gece yarısı kamyoncuların mola verdiği derme çatma bir lokantanın önünde durdum. Sac kavurmadan başka yemek yoktu. Yeterince aldım ve arabanın içinde yedik. Sonrası yola devam.

Çocuklar arka koltukta uyuyorlardı.

Ancak eşim yolculuklarda çok duyarlıdır. Önceden demlediği çayı termosa doldurmuştu. Ben çay istedikçe bardağı doldurup elimin yeteceği şekilde tutardı. Her yudumun ardından bardağı gözümü yoldan ayırmadan uzatırdım. Kendisi de alırdı. Uykumun kaçması için yol boyunca çay içerek karanlığı yarmaya başladık.

Günün ilk ışıkları gülümserken Gaziantep'e on beş kilometre uzaklıktaki sanayi bölgesi Başpınar'daydık. Gece boyu İpekyolu'nda yol alan bütün araçlar Gaziantep girişinde konvoy oluşturmuştu. Önümde bir tır, arkamda bir tır. Biz iki devin arasında kalmış karınca gibiydik. Uykusuzdum. Ön ve arkadaki tırlarla aramızda birer metre mesafe vardı. Yolun en zor ve en tehlikeli bölümü burasıydı galiba. Saatler sonra Gaziantep merkeze ulaşabildik. Tabi ki, bizim eşya kamyonuna yol boyunca rastlamadık. Küçük kardeşim Ahmet'le buluştuk. Bekardı ve tek başına bir dairede oturuyordu. Bizi eve götürdü. Çay demledi. Kahvaltı yaptık.

Kamyoncuya kardeşimin sabit telefonunu vermiştim. O yıllarda cep telefonu yoktu. Öğleden sonra kamyoncu bizi aradı. Kamyoncuyu tarif ettiğimiz yerde beklerken bulduk. Bizi takip etti. Eşyalarımızı kardeşimin evine indirdik.

Uykusuzluktan perişan olmuştum. On iki saat boyunca sürekli yola bakmaktan boynum ve gazdan ayrılmayan sağ ayak bileğim ağrıyordu. Hemen uyumaya başladım. Atamamın yapılması, Tokat'tan Gaziantep'e yolculuk bir rüya gibiydi.

Ertesi günü rüyam bitti. Artık Gaziantep'teydim.

Ne Dokuzuncu Kolordu ve Sıkıyönetim Komutanlığı, ne Olağanüstü Hal Valiliği, ne de sürgün yıllarım vardı. Hepsi de geride kalmıştı. İlk defa büyük bir kent merkezinde yaşamaya başlıyordum.