Adını ve sayısını bilemediğimiz o kadar çok gazete ve gazeteci var ki bu şehirde. Bizde neresinden tutacağımızı şaşırdık doğrusu. Bunun yanında bir de televizyon kanalları tabi. Evlere şenlik bir manzara. Gir oyna çık oyna. Tam bir kumpanya. Yazılısı ve sözlüsüyle medya adını verdiğimiz bu enflasyon havasını ciğerlerimize boca ederken, olumlu yönünden bakmayı deniyoruz. Her daim. Ekmek derdindeki külliyatlı miktar bir sayıya iş olanağı ile çoğalan, çoğlalırken büyüyen sektöre, rekabetle birlikte bir kalite bindirmesi yapabilir mi diye. Her defasında iyi niyetimizin ve yaydığımız pozitif enerjinin elimizde patladığına tanıklık ediyoruz. Tipo'dan Ofset'e geçen, çağın ve bilimin en son imkanlarıyla donatılmalarına rağmen, fotokopiyle çoğaltılmış gibi başlıklarından haber yazımına kadar birbirinin taklidi gazeteler. Yazar kadrosu dahi olmayan adeta birer haber bülteni. Gazeteler, orijinal haberler üretiyorlarsa, asparagas değil doğru ve sağlıklı haberleri okurlarına ulaştırıyorlarsa, toplumun genel menfaatleriyle buluşabiliyorlarsa, buram buram boya kokan bu kağıtlar gazetedir. Yeni ve haber değeri taşıyan tahsilatlar için yarışanlar varsa onlarda muhabirdir, gazetecidir. Buda yetmez tabi. O haber denizinin içinde, köşelerinden yıldız parlatan yazarları, kaleminden kan damlayan fikir adamları, toplumun öncüsü ve önderi, namussuzların gösterdiği cesarete nal toplatacak kadar cesur namuslularınız varsa o yayınlar gazetedir. Falanca partiyi arkasına alan, iktidarın nimetlerini sağan, filanca iş adamının basın içindeki vurucu timi, hazır kuvveti, kimi karanlık güç odaklarının gladyosu yada zilli düdüğü olmakla gazeteci olamazsınız, yayınladığınız mevkutelerde gazete sayılmaz. "Ha bizim böyle bir kaygımız yok. Gaziantep'inde Türkiye'nin de gittiği yol bizi enterese etmez. Biz cüzdanımızın kalınlığına, banka hesabımızın sayısal çoğunluğuna bakarız. Bizim için eftal olan sahip olduğumz tapu senedimizin artışı ve emlak koleksiyonumuzdaki öngörülen hızlı yükseliştir. Ülkede, şehirde yıkıldığı yere kadar gitsin" diyorsanız zaten size olacak olmuştur. Sizin için sarf edilecek söze, ağzımızda kuruyan tükürüğe yazık deriz o zaman. Şimdi gelelim asıl konumuza. Bu ülkenin adı, anlı şanlı Türkiye Cumhuriyeti. Yedi asırlık bir imparatorluk bakiyesi, halkı ise 10 bin yıllık bir ırkın ahfadı. Yani burası ne bir üçüncü dünya ülkesi, ne de bir Güney Amerika diktatoryası. Bazılarının pek heveslendiği bir muz cumhuriyeti ise hiç değil. İşte Irak, şehirlerinin şah-ı sultanı Bağdat, neydi ne oldu? Libya, Tunus, Mısır, Kuzey Afrikadan, Mezopotamya'ya oradan Yemen denizine kadar bu topraklara en az 100 yıl rahat yüzü yok. Yerinden oynatılmakla kalmayan, yerinden sökülen taşların yeniden kendi mecrana oturması için tarih, kan ve zaman isteyecek. Ve son deprem Suriye'de yaşanıyor. Çağırsan duyulacak kadar bir nefes kadar yakın bir coğrafya. Bizde de hakeza. Bu durum ilanihayet böyle gitmez. Tahtlar çöker, saltanatlar devrilir. Kavuklar tıngır mıngır tarihin bok çukuruna doğru yuvarlanır. Ancak sonunda halk kazanır, doğrular muzaffer olurlar. Ali Kemaller alınlarındaki utancın kara lekesiyle bir tarla sıçanı gibi sürgünde can verirler. Ve sonunda unutulur giderler. Lakin tek bir çakaralmazla emperyalizmin karşısına dikilen ve alnında yıldızlar parlatan, yüreğinde güneşler doğan Hasan Tahsinler sonsuza kadar yaşarlar. Gaziantep Basınına tüneyen lanetli Baykuşlar bilmelidirler ki; Halkın öncü kuvvetlerini sırtlan sürülerinin önüne hedef diye koyanlar, istikbalde kurtların avı olurlar. Yeni bir kuvva sürecinde, kalem tutan parmaklar tıpkı Osman Nevres gibi tetik düşürmekte pek mahir davranış metotları üretmektende bir an tereddüt etmezler.