UZAK BİR MAVİNİN YÜREĞİME DÜŞEN GÖLSEGİ Sonsuzluğun perdesini aralayıp, uzak mavilerin düşlerini kurdum hep. Kuyruklu bir yıldızın peşine takılıp, sonsuzluğun sonunu yakalamaya çalıştım; diz boyu yorgunluklarıma, dinmek bilmeyen sızılarıma ve her bir hücremi kaplayan karanlığa aldırış etmeden.
Arkamda bıraktığım onca şey çırpınıp duruyordu halbuki en zavallı haliyle. Önce kirpiklerim düştü yastığımın üstüne bir parça yaşla birlikte. Sonra bütün hayatım düştü yastığımın üstüne.
Zamansızlığın ve saatlerin yarışmadığı bir yerdeyim, bilinmezin içinde başka bir bilinmezle birlikte. Ruhum hiç bir şeyin esiri değil, ayaklarım pervasızca adım atıyor, gözlerim sadece görmekte olduğum yerde. Güneşin dağıttığı ziyaları unutmuştum çoktan. Ve gecenin karanlığıyla bir anda bir olmuştum. Yaşamın sınırlarını çoktan aşmıştım. Ne hüzün yağmurları vuruyordu pencereme, ne de yalnızlığım bir şarkı oluyordu geceye.
Gönlümün kıyıları da alabildiğine dingindi.
Bilinmezin içindeyim şimdi.
Önce ellerin değdi saçlarıma; saçlarımı leylak kokulu rüzgârlar okşadı, ellerimi bir martının sessiz çığlıkları...
O da ne? Fırtına sonrası bir sessizliğin sarhoşluğu içinde yürürken yüreğim kanıyor yine. Zamansızlık bitiyor; yelkovan yine akrebin peşinde, yaşamın o dar sınırları içinde kendimle boğuşuyorum. İnsan olmanın gereğini yaşıyorum yaşamın dar sınırlarında. Oysaki bir papatyanın ömrü kadardı ömrüm. Papatya kısacık ömrüne inat, nasıl da sarmaş dolaştı kıpkırmızı bir gelincikle.
Papatya hiç utanmadı gelinciğe yaslanmaktan. Gelincik ise hep papatyanın yanındaydı, kırmızı ve beyazın sınır tanımayan zamansızlığında.
Sana koşarken hüznüm, papatya ve gelinciğin düşlerine takıldı bekli de.
Unutmuştum; papatyalar da, gelincikler de sadece bir mevsimlikti.
Sonsuzluğun perdesini aralayıp, düşlediğim uzak mavilerin içinde sınırsızlığı ve zamansızlığı yakalayabilmek adına çıktığım yolculuktan yine ellerim bomboş olarak dönüyordum.

[email protected]