Beşinci sınıfı okutan cemaatçi bir öğretmen arkadaşımız vardı. Bir cuma günü ders zili çalınca öğrencilerini okul bahçesinde sıraya dizdiğini gördüm. Sonra öğrencilerin önüne düşerek yürüyüşe geçip okul dışında kayboldular.

Aynı duruma birkaç hafta üst üste şahit olunca müdürden sordum.

-Cuma namazına gidiyorlar, dedi.

Bir gün öğretmenler odasında bu arkadaşımıza sordum;

-Hocam sen her hafta öğrencileri cuma namazına mı götürüyorsun?

-Evet hocam.

-Peki, dersler ne oluyor o zaman?

-Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerimi cuma günleri son derse aldım. Bu ders saatinde cumaya gidiyoruz.

-Hocam, devletten ders ücreti alıyorsun. Devlet bu ücreti sana çocukları cumaya götürmen veya ücreti karşılığında cuma namazı kılman için vermiyor. Ders yaparak bir şeyler öğretmen için veriyor. Sen şimdi devletten aldığın para karşılığında cuma namazı kılıyorsun. Aldığın bu ders ücreti haram olmuyor mu?

-Neden haram olsun ki? Sonuçta ibadet ediyoruz.

-Namaz ibadeti büluğ çağına ermiş insanlar için farzdır. Sen bütün öğrencilerinin büluğa erdiğinden emin misin?

-Önemli değil. Namaz kılmayı öğrensinler.

Söyleyecek başka söz yoktu. O yıllarda yıllık eğitim süresi iki yüz fiili iş günüydü. Bu nedenle tatil günlerini hesaba katmadan beşe böldüğümüzde kırk hafta oluyordu. Yani bu öğretmenimiz eğitim yılı içinde bütün öğrencilerini kırk saat Cuma namazına götürmekle görevini yaptığına inanıyor ve huzur duyuyordu.

İyi de Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerinin tek konusu cuma namazları değildi ki…

Bütün öğretmenlerimiz böyleydi. Yani kendi kafa yapısına göre ders yapıyordu. Kimisi geleceğin fanatik dindarını, kimisi fanatik solcusunu, doğuda görevliler geleceğin Kürtçüsünü, Alevi öğretmenlerimiz geleceğin Alevisini, Sünni öğretmenimiz de Sünnisini yetiştirmekle meşguldü.

Çağdaş bilgilerle donanmış Atatürkçü bir nesil yetiştirmek, devletin okullara dağıttığı İlköğretim ve Eğitim Programını uygulamak kimsenin hesabına ve aklına gelmiyordu. Böyle bir eğitim sistemiyle yetişmiş yeni nesli bugün için ibret ve hayretle izlemekteyim.

Öğretmenler Osmanlı İmparatorluğunda Yeniçerilerin yetişme şekli baz alınarak yetiştirilmelidir. Yani ana sınıfından başlayarak ailelerinden alınmalı, milli ve manevi değerlerine bağlı, Atatürkçü, çağdaş bilim ve teknolojiye hakkıyla vakıf, tamamının beyin yapısı tornadan çekilmiş bir vida gibi aynı olmalıdır. Böyle öğretmenlerin yetiştireceği nesiller çağdaşlık, birlik ve bütünlüğün garantisi olacaktır.

Sözün özü eğitime öğretmenlerden başlamak zorundayız.