Değerli anne babalar,

Çocuklarımız büyürken farklı yaş dönemlerinde karşımıza farklı sorunlar çıkar. Bunlardan biri de, çocuklukta gelişimsel olarak ortaya çıkan korkulardır. Bazen nereden geldiğini anlayamadığımız ve çocuklarımızı kovalayan bu korkular karşısında anne-babalar olarak nasıl durmamız gerektiğini merak ederiz ve kendimize şu soruyu sorarız: “Çocuğuma nasıl yardımcı olacağım?” Bu sorudan yola çıkarak, bu hafta okul öncesi korkularını ele aldım.

Aras çocuk gelişimi konusunda bilinçli bir anne-baba tarafından büyütülmüştü. Çocukların, erken çocukluk döneminde farklı korku ve kaygılar geliştirebildiğini bilen anne babası, onu her türlü kaygı yaratacak durumdan olabildiğince uzak yetiştirmeye özen göstermişti.

Ona, bir çocukta korkuya neden olabilecek çizgi filmleri izletmemişler, şarkı ve hikayelerdeki korkutucu kelimeleri kaldırmış ya da değiştirmişlerdi. Cadılar ve kötüler zararsız büyüler yapıyor, basit bir cümleyle iyiye dönüşüyorlardı. Devler asla insanlara zarar vermezdi. Masallarda da, gerçek dünyada da kimse ölmezdi. Muhabbet kuşu öldüğünde, Aras fark etmeden ölen kuşun yerine yenisi konmuştu.

Aras’ın korkması için ailesi hiçbir neden bulamıyordu ama Aras yine de korkuyordu. Geceleri rüyasında onu yemek için kovalayan devlerden korkarak uyanıyor, karanlıktaki bir gölgeyi canavar sanıyordu. Masallardaki kötü yaratıklardan ve cadılardan kurtulmak içinse öğretilen tüm barışçıl yöntemlere karşı, kendi yolunu bulmuştu; onların kafasını koparıyordu.

Bu hikaye sizlere bir yerden tanıdık geliyor mu? Çocuklar büyüdükçe, farklı yaş dönemlerinde, farklı korkular geliştirmeye ve sorular sormaya başladıklarını görürüz. Her yaş döneminin kendine özgü korkuları vardır. Dokuz aylık bir bebek, anne-babası dışındaki yabancılardan, iki buçuk yaşındaki bir çocuk tuvalet deliğinin kendisini yutmasından korkabilir. Üç-dört yaşlarında çocuklar, korkularına bir çehre kazandırmaya çalışırlar; canavarlar, hayaletler ve karanlık korkuları bunun bir ürünüdür. En ideal çocuk eğitimi bile çocuğun gelişiminin bir parçası olan korku ve kaygıların ortaya çıkmasına engel olmaya yetmeyebilir. Peki, o zaman çocuklarımıza korkularının üstesinden gelmeleri için nasıl yardımcı olacağız? Belki de işe çocuğun gelişimsel korkularının doğasını, bu korkuları besleyen yetiştirme tutumlarını ve çocuğun korkuların üstesinden gelmede hangi yollara başvurabileceğini anlayarak başlayabiliriz.

Korku; gerçek olan, bazen de olası bir tehlikeye karşı duyulan bir tepkiyi temsil eder. Tehdit edici duruma karşı benliği zihinsel ve ruhsal yönden hazırlayarak, tehlikenin büyük etkilerinden korur ve gereklidir. Ancak korku ve kaygı duyguları yaşantıya izin vermeyen, çocuğun olgunlaşmasını ve günlük hayat akışını engelleyen boyutlara vardığında koruyucu işlevini kaybeder ve fobiye dönüşebilir.

Bir çocuk, çevresindeki engelleme ve tehditlerle baş edebilecek ruhsal ve zihinsel olgunluğu kazanana kadar ebeveyne bağımlıdır. Ebeveyn onun ihtiyaçlarını giderir, kaygısını yatıştırır, çocukta rahatsızlık uyandıracak durumları sezer ve ortadan kaldırmaya çalışır. Bebek ve çocukların bu konuda güvenmeye ihtiyaçları vardır. İlerleyen yaşlarda kaygıyla baş edebilme becerilerini belirleyecek olan, bebeklik döneminden itibaren edindikleri olumlu deneyimlerdir. Bu sayede güçlü, yaslanılabilen, sakinleştirebilen ve güven veren bir ebeveyn imgesi içselleştirirler.

Okul öncesi dönemde korkular, çabuk yerleşir ve bitmesi bazen uzun sürebilir. Her çocuğun ilerleme hızı, korkulara verdiği tepki ve baş etme yöntemi farklıdır. Küçük bir çocuğun ruh sağlığını belirleyen şey de hayal dünyasındaki devler ve canavarların varlığı, yokluğu ya da sıklığı değil onlarla nasıl baş ettiğidir. Çocuk kendisini korkular karşısında çaresiz ve savunmasız hissederek, anne-babasına bağımlı hale gelebilir ve onlardan ayrılmaya tepki gösterebilir. Çevresinde hayali ve gerçek birçok tehdit algılayarak sürekli savunmaya hazır ve saldırgan bir tutum geliştirebilir. Evden çıkmak istemeyebilir, karanlık, canavar korkuları nedeniyle uykuyu reddedebilir. Ancak bunlar korkuyla baş etmede yetersiz çözümlerdir. Çünkü çocuk, baş etme becerilerini kullanarak, korkuyla yüzleşmektense kaçınmayı tercih etmektedir.

Korkular, çocuğun hayal gücünün ürünüdür ve yine hayal gücünün yarattığı ürünlerle çözülebilir. Kibirli ve kötü bir canavarla karşılaşıp, bu mücadeleden zaferle çıkılabilecek tek bir yer vardır: Hayal dünyası. Çünkü orada her şey, çocuğun istediği gibi şekillenebilir. Kötü bir canavar zayıf, korkak, boyun eğen bir köleye dönüşebilir ya da saldırgan bir kaplan kükreyemeyen, ısıramayan, çocukları korkutmayan zararsız bir evcil hayvan olabilir. Hayal gücü böyle çözümler sunabilirken hiç kimse canavarların karşısında kendini küçük ve çaresiz hissetmek zorunda değildir. Hayal gücü, çocuğa korkuları karşısında çeşitli alternatifler sunar. Hayali arkadaşlar yaratabilir, çocuğa oyunlarla, masallarla, resimlerle korkularıyla yüzleşerek onları yenme olanağı tanır.

Çocuklar, erken çocukluk döneminde, kişiliklerinin iyi kısımlarını kendilerine, kötü kısımlarını gerçek veya başka hayali yaratıklara atfederler. Yaramaz bir hayali arkadaşın ya da saldırgan bir kaplanın sakin ve uyumlu bir arkadaşa dönüşümü, muhtemelen çocuğunuzun yaşadığı sosyalleşme sürecinin bir mizanseni niteliğindedir. Buradaki hayali imgenin kontrolsüzlüğü, dürtüselliği ve öfkesi, çocuğun içinde değişimden geçmekte olan eğilimleri temsil etmektedir. Çocuk, hayali arkadaşlar yardımıyla daha önce karşısında çaresiz kaldığı korku duyguları üzerinde kontrol sahibi olur.

Bazen korkuyu yenmenin yolu, korku uyandıran figürün rolüne girerek oyun oynamaktan geçer. Çocuğun oyunlarına canavarları, vahşi yaratıkları dahil ederek onların taklidini yapması, oyuna soktuğu yeni karakterlerle onu yenmesi ya da evde ışıkları kısarak oynanan saklambaç oyunları bu amaca hizmet eder. Oyun oynamak için çocuğun vahşi görünümlü oyuncakları olması gerekmez. Önemli olan kendi tiyatro sahnesini yaratarak oynadığı içeriktir. Çocuğun gündüzleri oyununda oynadığı yaratıklar ne kadar korkutucuysa, geceleri karanlıkta ortaya çıkacağını düşündüğü tehlikeler de bir o kadar korkutucudur. Çünkü çocuk için hayalle gerçeğin sınırları geçirgendir. Hayali oyunlar gerçek ve fantazi arasındaki sınırları çizerek, çocuğun ruh sağlığına hizmet ederler. Oyun, kuralına göre oynandığında, hayali yaratıklar olmaları gereken yerde kontrol altında tutulur ve çocuğun gerçek dünyasını istila etme şansları azalır. Resimler ve masallar da çocuğun korkularla yüzleşmesini sağlar. Resimler korkuyu somutlaştırır. Çocuğun çizdiği resimler hakkında konuşarak, ona resminde ne anlatmak istediğini, resmine nasıl bir isim vermek isteyeceğini ya da resmi daha komik hale getirmek için neler yapabileceğini sorarak, korkuları hakkında fikir sahibi olabilir. Size sorular sormasına ve korkularına çözümler üretmesine fırsat tanıyabilirsiniz.

Korkularla yüzleşmenin ve onları yenmenin bir yolu da masallardır. Bir masal, çocuğun sorununa ne kadar yakınlaşabiliyorsa, çocuk o masalı o kadar çok tekrar dinlemek isteyecektir. Tekrarlama prensibi, çocuklar için kafalarındaki resmin tamamlanarak çözülmesine dek hikaye dinlemenin bir parçasıdır ve bu durum çocuğun hikayeye güvenerek kendini bırakmasını sağlar.

Çocuklar korkularıyla yüzleşebilmek için, ebeveynlerin korumasına, güvenilirliğe ve emin olmaya ihtiyaç duyarlar. Bu, onları korkulardan uzak tutmaya çalışarak yetiştirmek, korkularını baskı altına almalarını beklemek ya da onların yerine çözüm üretmek demek değildir. Eğer çocuklarımıza bu konuda yardımcı olmak istiyorsak, korkularını ciddiyetle dinlemeli ama fazla dramatize etmemeli, ikna etmek için duymak istemedikleri mantıklı açıklamalardan kaçınmalı, anlatmaları ve soru sormaları için fırsat vermeli ve korkuların nedenleri üzerine düşünmeyi denemeliyiz. Korku duymanın kaçınılmaz olduğu hayatta, korkularıyla baş edebilen çocuklar yetiştirmek dileğiyle.