Çocuklar masum, temiz ve her türlü tehlikelere açıklar. Dünyanın her yanında çocuklar, o ülkenin aydınlık geleceğinde bir teminat ve güvence unsuru olarak görülür. Bir çocuk bile olsa, üzerimizde vebali ve sorumluluğu çok büyük. Çocuk cinayetlerinin arttığı yönünde istatistikî bilgilerden çok, kamuoyunda çokça dikkat çektiği biliniyor.

Çocukların daha çok aile içi şiddete maruz kaldıkları da acı bir gerçek. Sorunların kaynağına inilmedikçe her şeyi kanun gücü ile çözmeye çalışmak ta pek sağlıklı sonuç vereceği düşünülemez. Çocuklara başta 'dokunma' eğitimi sağlanmalı. Çocuklara bedenlerinin kendilerine ait olduğunu, onların izni olmadan hiç kimsenin dokunamayacağına müsamaha edilmemesi öğretilmelidir.

Çocukların kaçırılması, çocuklara uygulanan duygusal ya da fiziksel şiddet ya da evden kaçması çocuk sorunu değil, yetişkinlerin sorunudur. Peki,son günlerde çocuklarla ilgili yaşanan üzücü olaylar ile ilgili neler yapılabilir sorusuna verilecek en net cevap şu olabilir:

Çocukları korumak adına yerleşim bölgelerinin risk haritası çıkarılması ve gerekiyor. Örneğin bir kentin hudutları içinde suç yoğunluğu olan sokak ve caddeleri, terk edilmiş binalar, çöplük alanları, aydınlatması olmayan ya da lambaları yanmayan ara sokaklar, ıssız bölgelerdeki park ya da bahçeler, devam eden inşaatlar ya da tadilatı gerçekleştirilen konutlar, halk arasında balici ya da tinerci adı verilen şahısların toplandığı yerler, okulu asıp dersten kaçan öğrencilerin saklandıkları mekanlar ya da cafeler, madde bağımlısı gençlerin buluştuğu yerler, hemzemin geçitler, korkuluk olmayan duvarlar.

Adına ister istismar, isterse ihmal diyelim, çocuklar korunmasız ve her türlü olumsuzluğa açık. Kamuoyunun gündeminde maalesef çocuk ölümleri var. Kimisi feribotun kapanmayan kapağından düşerek, kimi alınmayan tedbirlerden dolayı havuza düşerek, kimisi parkta bir manyak tarafından kaçırılarak öldürülüyor. Bu ölümlere kader demek sadece bahanelere sığınmaktan öteye gitmeyecektir. Söz konusu insan unsuru olunca elbette istatistiklerin ya da rakamların bir anlamı elbette olmaz.

Yazımızın ana konusu çocuk olunca, Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre suça karışan çocuk sayısı 2008'de 62.480iken;2012'de 100bin 831'e yükselmiş durumda. Cezaevlerinde bulunan 12-17 yaş aralığındaki çocuk sayısı ise 1.649.Ülkemizde sadece Jandarma bölgesinde 14.412 çocuğun kaybolduğu kayıtlara geçmiş.

Çok acı bir rakam olduğu kadar düşündürücü de. Her 4 yetişkinden biri çocukluk döneminde duygusal ya da fiziksel şiddete uğruyormuş. Suç patlamasının arkasında kimi uzmanlar, anne ve babaların eğitimsizliğini, ekonomik zorlukları, çok çocuklu olmanın doğurduğu sonuçları işaret etseler de iş dönüp bilinçlendirme olgusuna geliyor. Kars'ta 9 yaşında bir çocuk kaçırılarak öldürülmüştü. Ardından da Adana'da 6 yaşında bir kız çocuğu önce parka gittikten sonra kendisinden bir daha haber alınamadı. Polisin ısrarlı takibi sonucu amcasının oğlunun öldürdüğü ortaya çıkmıştı. Her iki olayın failleri 20'li yaşlardalar.

Her iki olayın failleri çocukluk dönemlerinde fiziksel ve duygusal şiddet gördüklerini itiraf etmişler. Bu sav bile ailelere büyük mesajlar içeriyor. Yapılan bilimsel çalışmalarda şiddete maruz kalan bireylerin çevrelerine fiziksel ve duygusal şiddet uyguladıkları ifade ediliyor.

Her iki vakanın failleri aynı yaşta olmaları tesadüf mü değil mi?

Onu da toplum bilimcilerin, pedagogların ve ruh bilimcilerin dikkatine sunuyorum. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam kamuoyunda son günlerde yaşanan çocuk ölümleri ile ilgili olarak ' Çocuklarımıza çığlık atmayı öğretmemiz gerekiyor. İstemedikleri bir şeyle karşılaştıklarında, istemedikleri bir teklifle ya da zorlamayla karşılaştıklarında çocuklarımızın etraftakileri haberdar edebilmeleri için çığlık atabilmeleri gerekiyor 'ifadeleri ile taciz, saldırı ya da şiddet karşısında toplumsal bir mücadeleye dikkat çekiyor.

Aslında çocuklarımızı yetiştirirken bazı hususları iyi derece bilmemiz gerekiyor. Henüz küçük yaşlarda iken bir yabancıyla karşılaştığında kendilerini korumak adına nasıl davranacağı konusunda bilinç kazanmaları öğretilmesi şart. Çocuklara çığlık atmayı öğretmek mümkün aslında. Çünkü tehlike anında çığlık atmak en büyük silahtır. Çocuk okula gidiş ve gelişlerde uzaktan gözetlenmeli. Bu koruyuculuk değil, ebeveynler olarak dikkatli olmak anlamına gelir. Çocukla yaşanan sağlıklı iletişim de önemlidir.

Çocuk anne ve babadan bir şeyle saklamadan okulda ve çevrede yaşadıklarını anlatabilmelidir. Çocuk aile içinde yargılanmadan dinlenmelidir ki gelebilecek tehlikeler bertaraf edilsin. Günümüzde ruhsal sağlığı yerinde olmayan insanlar kanunun verdiği cezaları akla getirmeden suç işlemeye devam ediyorlar. Bu acı sonuçları olan fiilleri işlemeye devam edecek yığınla insanlar var etrafımızda. Çocukluğunda travmatik şiddete maruz kalan ergenler arasında şiddete yatkınlık, madde kullanımı ve intihara eğilim var. Bu gerçeği hatırdan çıkarmadan önlemler alınması gerekiyor.

Her ne kadar kanunlar engellemeden ziyade cezalandırmak amacı taşısa da çocuk cinayetlerinde ve çocuklara yönelik cinsel istismarlarda iyi hal indirimi gerçekleşebiliyor. Bu tür indirimlerin kaldırılması da alınacak bir tedbir olarak görülebilir. Dışarıdan gelebilecek tehlikeler karşısında çocukların ve ebeveynlerin uyarılması, kamuoyunu bilgilendiren medya organlarının da farkındalık oluşturma sürecine katkısı da olacağı hatırdan çıkarılmamalıdır. Peki, çocuk kayıplarında ne yapılmalı?

Hemen güvenlik birimlerine haber verilmeli. İlk yarım saat çok önemli. Bilgi akışı ne kadar çok olursa o denli çocuğa erişmek te o kadar çabuk olur. En küçük bir ipucu da çocuğa ulaşmada etkendir. Mesela o bölgede bulunan işyerlerine ait kameralar büyük önem arz ediyor. 'Benim çocuğumun başına gelmez' demeden çocuğun son halini içeren fotoğraflar bulunmalıdır. Çocuğun diş veya göğüs röntgeni ile parmak izlerini evde bulundurmakta fayda var.