Gülünce bir güneş gibiydin. İnsanın yüzünden hüzün ve keder kışını def eder, yalancı olmayan bahara müptela ederdin. Yüzün çamurla güzelleşse de muhteşem, gözyaşların güz yağmurlarından farksızdı…

Hakkı ve adaleti anlatmayanlara kızmıştın. 'Adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun' sözüyle beraber, anlamayanlara ağlamayı önerdiğinde ve adres olarak da tıpkı peygamberimizin yaptığı gibi 'yolsuzluğu kendi babam bile yapsa cezalandırırım' dediğinde sana gülmüşlerdi. Kendi pisliklerinin farkına varmadan başkalarına iftira ve çamur atanlara isyan etmiştin... Yüreğinde yaz yangınlarından kalma bir hüzün vardı. Celladın ipini çekmiştin hoyratça... Seni en son orada görmüştü aşıklar... Her yıl sanki 'biz kefenimizi giyerek çıktık bu yola' diyerek yeniden 'merhaba' der gibiydin ilmiğe...

'Görev öğretilmekten çok sevdirilmeli' derdin. İlişkilerin ve kişiliklerin yitirildiği bir hengamede, ellerinde bir tutam sevgiyle gördüm seni. Saçların rüzgarda savruk, yüzün acılardan elemli ama bakışların sert ve kararlıydı. Oyunun içindeki oyuncuları ve büyük resmi işaret ettin her daim. Kararlılıkla üzerine gittin. Azıcık geri adım atsan üzerine çullanacaklarını biliyordun. Ama yazık ki ferasetinden ve ilhamından faydalanamadan gitti bedeviler... Ne fark eder ki ateş katıksız yanar mı?

Sevgili olan güzel; itaat eden özgür; isyankar kişi köledir diye çok söyledin. Gözlüklerinde ve gözlerinde kusur olup, gördükleri zarafete ihanet edenlerin kuşyemi tuzaklarına tutulmadın. Boyalı istikballerinden uzak, çağdaş cehaletin fersah fersah önündeydin. Sana kutsal zincir vurmaya çalışanlara gül, engellemeye çalışanlara tebessüm, yanında olmayanlara intizar gönderdin... Bir gün onların da yapılanları ve yaptıklarını anlayacakları ümidiyle nakış nakış işledin geleceği... Her adım attığında etrafında şekillenmeye çalışan demir ağları tek tek kırarak yoluna emin adımlarla devam ettin...

Taşa işlenen nakış gibi ilmek ilmek nasihatlerle aydınlattın karanlığı. Yaşaman suç oldu, sözlerini intihar addetti kelebekler; kozalarından çıkmadılar. Her geçe baykuşlar serenat yaptı, parmaklıkların ardında. Beni de al ey özgürlük sevdasıyla canlar cananı buldu. Hüzün nehrinden akmaya koyuldu aşıklar. Avuçlarından, sevgiden yapılmış beyaz güvercinleri uçurdular. Kimileri de zeytin dalı uzatmıştı teklifsiz ama anlamadılar...

'Gerekli ders alınmışsa asla pahalıya mal olmamıştır.' sözünü senden duydum ilk kez... Ve ilk kez seninle ağladım bu sevdanın öksüz ve yetimliğine. Yok etmek, yıkmak, yakmak ve sömürmek adına, fırtınalar koparanları alkışlayan taifenin tarifinden kaçtım bundan böyle... Çaresizliğimin çare olduğunu, ümitsizliğimin ümit bulduğunu, karanlıkların sabah olduğunu anladım yalnızlığımda...

Ay ışığının altında kalabalıklaşan yalnızlığımızın eylemsel türküleri ısıttı, donmuş iliklerimizi. 'Beraber yürüdük biz bu yollarda, beraber ıslandık yağan yağmurda' şarkısını mırıldandık gür bir sesle… İçi dolmamış kavramların, kuralların, kavgaların acısını hep sen çektin. Senin sırtından geçinip zirveye çıktığını sananlar, seni çoktan unuttular. 'Anılar yaşlanan dimağların koltuk değnekleri' deyip, sevgine ve davana ihanet etmedin… İhanet edenleri de iyi insanların intikamıyla selamlayıp, affettin...

Sen bu yüce sevdanın altında cüce kalanlara kızmadın. Dilinden; '....o azmıştır. Ona yumuşak söz söyle belki kalbi yumuşar.', '.....vallahi eğer yumuşak huylu olmasaydın, etrafından dağılıp giderlerdi.' hazineleri saçılırdı. Bu ülkenin başına çorap örmeye çalışanlara kızgınlığını ve heybetini kötü emellerine alet edip sana diktatör dediler. Aldırmadın. Sen biliyordun 'zalime karşı sert haşmetli ve kararlı kendi insanına karşı bir pamuk naifliğinde olunması' gerektiğini. Öyle de oldun. Ellerini açıp duaya yeltendiğinde gözünde sade yakınlarında olanlar değil bu dünyanın garipleri, ezilmişleri, yetimleri ve haksızlığa uğrayanlar vardı... Sen himmet bilinciyle değil ümmet bilinciyle hareket ettin…

Bu dünyada kim zulme uğrasa 'ben varım' dedin. Bir Müslümanın ayağına diken batsa ilk sen inledin… Birilerinin korkudan başını kuma gömdüğü, tir tir titrediği, köşe bucak kaçtığı yerlerde sen 'ben burdayım' dedim.. Hem öyle bir ben varım dedin ki sağına ve soluna bile bakmadan yiğitçe haykırdın söylenmesi gereken tüm gerçekleri…

Bu ülkenin bir sevdalısı olarak yüz yılda yapılamayanları on yılda yaptın. O kadar yücelttin ve büyüttün ki bu sevdayı, seni yemeye niyet edenler her türlü badireyi karşına çıkardılar ama sen onları başarıyla alt ettin… Etrafını boşaltmak için senaryolar ürettiler, sevdiklerinle dava ve yol arkadaşlarınla aranı açmak istediler, müsaade etmedin… Sonra da iftiralara başladırlar, her zaman yaptıkları gibi... Ve en sonunda da tüm yoldaşlarını savaş balatlarıyla yardıma çağırdılar. Hem içerden hem dışardan saldırmaya başladırlar...

Seni alt edemezlerse menfaatlerinin zedeleneceğini, seni baştan indiremezlerse hayallerini gerçekleştirmeyeceklerini biliyorlardı. İşte sırf bu yüzden güzellik adına ne varsa dillerine dolayıp şirin göstermeye, masumiyet adına ne varsa ırzına geçerek aslında ihanet etmeye yeltendiler…

Evet, büyük USTA. Hiçbir fırtınadan yılmadan yoluna devam ediyorsun. Sana sadece dualarımı gönderebiliyorum. Gücüm bu kadarına yetiyor. Ama emin ol gücüm yetse daha fazlasını bile yapmaktan çekinmem…

Bir gün yine toplanacak bedenler huzurda... Yapanlar yaptıklarından ve herkes aslında neye taptıklarından hesaba çekilecek...

Rabbim seni başımızdan eksik etmesin...