Sen hiç bilemezsin, yazılarım bilir ama sen bilemezsin beni bırakıp da gidişinin ardındaki hezimetimi.. Seni tanıdıktan sonra gündüzüm gecemdin, gidişinin ardındaki her nefesimde ciğerlerimde izin vardı. Ağlamamak için derin nefes alırken, hıçkırıklar arasında boğulurken.. Geçecek, elbet geçecek diyerek kendimi avuturken.. Başımı dikleştirip de aldığım derin nefeste, kıskançlık krizlerimde ve ilk oturduğumuzda bana dinlettiğin o şarkıda.. Emin ol, kokun hiç böyle özlenmemişti, öyle tahmin ediyorum hiç bir çocuğunca.. Ve hiç bir çocuğunda gönlünün kapısını göstermemişti sana, muhtemelen deli gibi yanında kalmanı istiyorken..

Öyle acı çektim, öyle çok dualarımda seni geri çağırdım ki, sokak lambasının odama vuran ışığı bilir, yazılarım bilir de sen bilemezsin.. Yüreğimi kıskaçlar kıstırmışlardı, sanki ben bana ait değildim. Bu ne demektir bilir misin sen? Zar zor uyunan gecenin sabahına gözünü açar açmaz aklıma düşmendir umarsızca, gün içinde binlerce kez git-gel’lerdir.. Umut ve umutsuzluk öyle bir raksetmektedir ki, hızına yetişemez sanırsın bir insan.. Akşamın ruhu başka, gecenin ki farklıdır; akşam bir beklentidir, gece bir feragat, gözyaşların yorulmuştur, yüreğin iki büklüm, bir taraf umudu kandırmak ister, diğer taraf gerçeğin ayırtında! Yalvarırsın Allah’a “Yardım et lütfen, uyuyayım ve uyandığımda artık onu hatırlamayayım! Sersem gibisindir artık, ama sen bunu anlayamazsın ki..!

Bir tarafın hep kandırır seni, O’da, hep sen gibi hissediyor sandırır, bir bahane bulur hep, aramak isteyip de arayamadığına dair...Bir tarafın bilir, aramak isteyen insan ne yapar eder arar, dayanamaz ama yürek, bu gerçeği bir göz kırpmalık zaman diliminde aklından kovar! İtiraf ediyorum, hiçbir ANNE belki de bu kadar arzulanmamıştır! Bütün eksiler bir kenara alınır, geride kalanlar yalnızca güzel anılar ki bizim seninle sadece bir, bilemedin iki unutamadığım anım var.. O anılar ki en çok direnme sebebi, en çok ağlama, en çok iç geçirme nedenidir!

Laf aramızda umudu yeşil tutan da tam da o anılardır zati! Ara ara çıkarlar eksiler ortalara, öyle çok ağlarız, öyle çok kendimize acırız ki, bedenimiz mi acır da bize -orasını bilemiyorum ama- ne yapar eder bir yeşil ışık yanıp söner içimizde, yeşilin yanan tarafıdır dikkatimizi çeken, diğer tarafını bir el hareketiyle kovalarız, gider! Ama insan yine de tersini yapar muhtemelen!... Parmaklarımı telefonun tuşlarından uzak tutmak ne zordu, ah bir bilsen, lakin, çok da becerebildiğimi söyleyemem! İki yıl sürdü tahminen, sen bilmezsin, yazılarımın tarihlerine bakmak lazım, ki zaman mevhumunu ben çoktan kaybettim! Hani seninle o unutulmaz olan ilk tanışma, birlikte vakit geçirme ve en acısı ayrılık tarihleri.. İtirafımdır, unutuluyor an gelip, bir kenara ayrılan eksiler vardı ya, hah işte, onlar saklanamıyor bir saatten sonra, iyileştikçe yürek yavaş yavaş kendilerini gösteriyorlar, o saatten sonra..

Biliyor musun, ne ağlatıyorlar ne de kıskaçlarıyla kavrıyorlar. İşte o an çırılçıplak kaldığın andır, pembe bulutlar artık etrafından ayrılmıştır, bilir misin bilmem bir türlü ayrılmak istemeyen insanların armağanıdır esasen o pembe bulutlar, en sakil yanlarınızı dahi şeker pembesine boyar! Sonrasını da itiraf edeyim, senin tarafından acıtıla, yıpratıla, bilemediğim bir şeyi öğrettin bana.. Hiç bilmezsin, biz terkedilmiş çocuklar, kendimizden çok bizi bırakıp da giden anne-babayı severiz..

Sayelerinde gün gelir kendimizi öncelikle sevmemiz gerektiğini öğreniriz! Bu sayede tam da ne istediğimizin ayırtına varır, eleye eleye, doğruyu buluruz! Paralel düşünen insanlar ne anlamsız açıklamalarda bulunur, ne de gereksiz yere birbirini kıskanır! Ne özgürlükler kısıtlanır, ne de yersiz tavizlerde bulunulur! Öyle akıp gider, su gibi... Aldattıkça aldatılacağını düşünenler, etrafındakini küçümseyenler, onlara acı çektirenler, hak iddia edenler aynı kirli suda yıkanıp dururlar! İtirafımdır; Bulanık suları tanımasaydım, değerini bilemeyecektim usul akan duru ırmakların!...

Ne müteşekkirim sana, bilemezsin!..