Biz; kanımızı ateş gibi yakan sevda türküleri söyleyerek koşuyorduk kavgaya. Kavgamız güneşi küstürerek, puslu hava solumamıza sebep olanlara dönüktü. Kavgamız asildi. 'Yürü be koçum!' diye bize yol verenler, yoldan çıkarmışlardı bizi. O zamanlar kesişen ve ayrılan yolları ferasetle kavrayacak anlayışımız yoktu. Gözlerimiz, Kızılelma, Nizamı alem ve Büyük Doğu sevdasını kolaçan ediyordu. İşte onun için tez elden teslim olduk. İşte onun için refleks gösteremedik bizden gözüküp ama bizim içimize yerleştirilmiş hainlere.

Biz kurşunların değil sevdamızın esiriydik. Onun için direnmemiştik vatanımızın zabitlerine. Onların emir kulu olduğunu çok sonra öğrendik. Çok sonraları da kayıtsız ve şartsız teslimiyetimizin yanlışlarının hesabını ödedik.

Yanlış hesap Bağdat'tan dönerdi. Evet doğruydu. Dağ gibi yiğitlerin mis gibi şahadet kokan kanlarından beslenenleri gördükçe Bağdat çok uzak kalmıştı. Yanlış hesap Bağdat'tan dönene kadar olanlar olmuştu. Bir sindirme operasyonuyla güme gitmişti idealler. İdealler zaten baronların lügatinde değil varoşların yüreğinde yazılıydı. Mevziler çok çabuk terk edilmişti. Çok çabuk bölünmüş, parçalanmış ve birbirimize düşmüştük.

Hayat bizim gözlerimizden alacakaranlık gözüküyordu. Maviler hapsedilmişti, soğuk zindanların ardında. Kuşların özgür çığlıkları destansı bir masal kahramanlarının zafer haykırışlarıydı. Kutlu sevdamızın, kutlu kahramanlarıydık bizler.

Biz; 'Hira dağı kadar Müslüman'ız' derken kendimiz kandırıyorduk. 'Peygamberimizin bana dünyayı üç şey sevdirdi' hadisini teke indirerek kadın için basit ama büyük kavgalara tutuşuyorduk. Dinimizin emirlerini yerine getirmeyenlerle hesaplaşma anı kollarken, onları uygulama zamanı hiç bulamıyorduk. İçki içiyor, namaz kılmıyor diye adamlar dövüyor oysa aynılarını bizler de uygulamıyorduk.

Bir yerlerde yanlışımız vardı. 'Çağrımız İslam'da dirilişedir. Ya Allah Bismillah Allah-u Ekber. Kanımız aksa da zafer İslam'ın' sloganları ile bizler tezat teşkil ediyorduk. Belki de kutsal duygularımızın bedenimizi esaret altına alması için bu sloganları atıyorduk. Hani Cemil Meriç: 'İdeolojilerin ışığına göz yumanları sloganlar yönetir. Slogan karanlık kanların birbirine saldırttığı çılgın sürülerin savaş çığlığıdır.' O zaman vecibemizi yerine getirdiğimizi zannederek avunuyorduk.

Sloganlar kitleleri dinamik bir şekilde ayakta tutuyordu. Ya da her atılan slogandan sonra bütün bize düşen görevlerimizi ifa etmiş addediyorduk. Sonra bu sloganlardan bazıları yasaklandı. Niye diye soramadık. O zaman inşikak oluştu belleklerimizde. Ağa takılan bir kuş gibi, bir balık gibi titremeye o zaman başladık. Mağaranın önündeki örümcek ağı, güvercin yuvası yeni yeni canlanmaya başladı gözlerimizin önünde.

Bütün bunların bir serap olduğunu yaşayarak öğrendik hep...

Bizi hiç çekinmeden silahın yuvasına kurşun olarak sürüp 'vur' diyenleri vur dedikleri ile kol kola ve birlikte kadeh tokuştururken gördük. Daha sonra da birlikte planlar yapmaya ve birlikte hareket etmeye başladır, o kadar ilerlediler ki siyam ikizi gibi oldular adeta...

İşte ondan sonra anladık ki dava diye bir şey yoktu. Dava bu ülkeye AYAR vermek için kullanılan bir dalga boyuydu. Kıvırdıkça bir başka istasyonda duruluyor ve hep aynı haberler veriliyordu...

'Bugün karşıt gruplar arasında çıkan silahlı çatışmada......öldü...'

Hep böyle oldu ve olacak...

Çünkü biz sevdamıza kavga; kavgamıza dava ve davamıza şehadet şerbeti içmek dedikçe bu duygularımızdan vampirlik yapmaya kalkanlar çok olacaktır...

Haydin namaza az önce bir sala daha verildi...

İnsanlığımız ÖLDÜ...