II-Muhalefet Cephesi:

Demokratik açılım çalışmalarına meclisin iki büyük muhalefet partisinin (CHP ve MHP) tepkisini tüm kamuoyu yakından takip ediyor. Muhalefet partilerinin çözüm adına somut bir paketin olmamasından hareketle iktidara karşı eleştirinin dozajını arttırdığı görülmekte ayrıca… Somut bir çözüm paketinin olmamasını eleştiren CHP ve MHP'ye sormak gerekir: Somut olmayan / içeriği belirsiz bir çözüm paketine niçin bu kadar sert tepki gösteriyorsunuz?

İlk elden bu partilerin tepkisini anlamlandırmak tabii ki mümkün 30 yıllık çatışmalı sürece bakıldığında. Birisi, resmi ideolojinin üzerinden asker-bürokrat yapısıyla olan dirsek teması sayesinde var olmaya çalışan (son Ergenekon davası sürecinde CHP'nin söylemlerine tekrar bir bakınız); diğeri ise kitlelerin milliyetçi duygularını bu çatışmalı sürecin üzerinden sürekli tetikleyerek/besleyerek var olmaya çalışan güçlü iki muhalefet partisi…

Sağ/sol kavramlarının içeriğinin boşaldığına dair yapılan tartışmalara katkı sunacak önemli örnekler olarak orta yerde durmaktadır bu partilerimiz aynı zamanda…

Türkiye siyaset tarihinde belirli kavramları, değerleri babasından kalmış miras olarak gören anlayışların geçmişten bugüne kalan bu yapıların ki buna mevcut iktidar partisi de dâhildir, 21.yüzyılda hâlâ şunu anlayamamış olmaları da sanırım yine ancak “Türkiye modeli” ifadesiyle açıklanabilir: İslamiyet, Atatürkçülük ve milliyetçilik gibi değerler hiç kimsenin tekelinde değildir, babasından kalmış miras da değildir. Bir başkasının Müslümanlığı, Atatürkçülüğü ve milliyetçiliği hakkında ahkâm kesmek, bunlara ipotek koymakla 21. yüzyılda siyaset yapılabileceğini sananlar, Kürt sorunu gibi derin ve sancılı bir sorunu çözmekte tabii ki ciddi roller üstlenemezler.

Demokrasilerde parlamento/meclis adı verilen organlar, biliyorsunuz ki geniş halk yığınlarının seçimlerde kullandığı oylarla biçimlenir. (Fakat güzel ülkemizde bu seçim süreçlerinin ve adayların nasıl belirlendiği konusu da ciddi bir tartışma konusudur.) Halkın oylarıyla oluşturulan meclisler, temsil ettikleri halk yığınlarının sorunlarını demokratik hukuk sistemi içerisinde çözmeye çalışırlar. Dünkü yazımızda da belirttiğimiz gibi 80 yıllık Cumhuriyet tarihinin en sancılı sorunu olan Kürt sorunu da son 30 yıllık süreçte yaşattığı maddi ve manevi kayıplarıyla acil çözüm bekleyen bir numaralı sorundur. Çünkü Cumhuriyet tarihinde hiçbir sorun bu kadar can kaybına (40 bin insan) ve bu kadar maddi kayba (300 milyar dolar) neden olmamıştır.

Şimdi orta yerde bu kadar büyük bir problem dururken ve bu problemin sağlıklı çözümü adına iç ve dış koşullar olgunlaşmışken CHP ve MHP'nin çözümsüzlüğü dayatması anlaşılır değildir. Çözümden yana olduklarına kamuoyunu inandırmaları da zordur bu süreçten sonra… Çünkü çözümden yana olan bir siyasi irade, kendi çözümünün ne olduğunu en azından kamuoyuyla paylaşır. İktidar partisinin somut bir paketinin olmaması; ancak somut bir çözüm paketi adına da kamuoyunun tüm kesimleriyle görüşmeler yapmasına bu kadar sert tepki gösterilmesi CHP ve MHP açısından pek sağlıklı sonuçlar doğurmayacaktır.

Sosyalist Enternasyonal'de ülkemizi temsil eden ve özellikle 1970 sonrası dönemde Bülent Ecevit'le birlikte ülkemizde çağdaş, sosyal demokrat ve ilerici kesimlerin sözcüsü olma misyonunu üstlenen CHP'nin bugün gelinen noktada bu misyonunun getirdiği sorumluluklardan uzaklaştığını görüyoruz. Aslında bu süreç, CHP-SHP “Bütünleşme Kurultayı”ndan sonra 9 Eylül 1995 tarihinde yapılan CHP Olağan Kurultayında Deniz Baykal'ın genel başkanlığa seçilmesinden itibaren başlar. Yakın dönemin siyasal gelişmelerini takip edenler, o süreçten sonra Deniz Baykal yönetimindeki CHP'nin açıklamalarını ve yaptıklarını anımsarlarsa, bu tespiti kabul edeceklerdir. Geniş halk yığınlarından uzaklaşmak sivil siyasetten, dolayısıyla demokrasiden uzaklaşmaktır. Demokrasiden uzaklaşmak da sorunların çözümü adına başka merkezlerle yakınlaşmayı getirir ki bunun sonuçları ülke demokrasimiz adına ciddi bir problemdir.

MHP adına söylenecek çok fazla bir şey yok aslında… MHP'nin siyaseten dayandığı toplumsal dinamikler zaten böyle bir tepki istemekte/beklemektedir. Ancak, Sayın Bahçeli'nin özellikle üslup noktasındaki ağır ithamlarını ve duygusal hezeyanlarını bir kenara bırakıp “akıl ve sağduyu”yu ön plana çıkaran bir yaklaşımla partisinin bu sorunun çözümüne dair somut önerilerini kamuoyuyla paylaşması gerekmektedir. Yukarıda da belirttiğim gibi birtakım değerlere de ipotek koymak günümüz çağdaş siyaset anlayışına uygun düşmemektedir.

Bu arada Abdullah Öcalan'ın avukatlarından öğrendiğimiz kadarıyla da “devlet istemem, federasyon istemem, bayrak istemem” anlamlarına gelen sözleri uzun zamandır medya organlarında yer almakta… Yarın, Öcalan İmralı'dan artık memleketi bölme niyeti olmadığını topluma/bizlere anlatmayı başarırsa, yani bu tarz bir yol haritası açıklarsa bizim harita mühendislerimiz ne yapacaklar, ne diyecekler o zaman. “Biz, senin bizi bölebilme ihtimalini sevmiştik” mi diyecekler?..

Bu noktada Saadet Partisi adına Sayın Numan Kurtulmuş'un soruna ve sorunun çözümüne dair açıklamalarındaki aklı ve sağduyuyu ön plana çıkaran muhalefet anlayışının da ülkemiz ve demokrasimiz için önemli bir örnek oluşturduğunu görmek gerekiyor.

* * *
Yarın, “Kürt Cephesi”yle kaldığımız yerden devam ediyoruz…