Kendimi bildim bileli siyasetin içindeyim, siyasetle ilişkiliyim. Bu ülkeyi yöneten haddinden fazla hükümete tanıklık ettim. Biyolojik yaşımın çok ötesinde, uzun bir ömrün adamına has siyasal bir birikime sahiplenebilirim.

Ancak beni diğerlerinden ayıran en bariz özellik siyaseti bir rant ve kazanım aracı olarak görenlerin dışında olmam. Yıllar önce yazdığım siyasal bir tahlilde şunların altını çizerek dile getirmiştim. Siyaset bir meslek, siyasal partiler ise mesken olamaz. Yada olmamalıdır. Siyaseti profesyonelce yapanların dışındaki bu duruşum bana çok şeyler kazandırdı. Kazandıklarımı derin bir iç huzur, saygın bir geçmiş ve vicdani rahatlık olarak sayabilirim. Buna karşın oyunu kuralına göre oynamadığım için, sağ gösterip sol vurmadığım için, kaybettiklerimi ise mevki, makam ve maddesel kazanımlar olarak sıralayabilirim.

Yaşam felsefem, kayıplarımı dahi haneme kazanç olarak düşüyor. Bu anlayış çoğu insan tarafından yadırganabilir. Ya da hadi canım sende, bu kadar da olmaz diyenlerde olabilir. Ancak çok sözün yalansız, çok servetin ise haramsız olamayacağı gerçeği meselenin özeti.

İzaha çalıştığım yol ve yöntemi, bir taraftan yaşama gayesi, diğer taraftan ise siyaset felsefesi olarak bugünkü siyasal zeminin üzerine bir cevap anahtarı olarak örtmeyi deneyin.

Karşılaşacağınız manzaranın yaratacağı hayal kırıklığını ve fazla söze meydan vermeyen bu tiksindiren durumu çıplak gözle dahi tespit edebilirsiniz.

12yıldan bu yana siyasetteki seviye düşüklüğü, bana ve topluma eskileri adeta mumla aratır oldu. Muhalefet ve iktidar arasındaki üslup düşüklüğü bir fikri muhasebeden çok, hakaret ve küfüre dayanıyor. Bu ağız bozukluğu, kahvehane adabı ve külhanbeyi tavırlarla Türkiye, 12 yılda yarım asrını kaybetti.

Şimdi önümüzde bir cumhurbaşkanlığı seçimi var. Bu seçim toplumu habis bir mikrop gibi kemiren asalaklarından arınmak için tam bir fırsat. Seçime katılan üç aday var. Biri gerici, bir diğeri ise bölücü. Aslında her ikiside aynı gayeye hizmet ediyor. Her ikisinin de siyaset terbiyesi ve düzeyi benzer frekansta.

Onlardan ayrılan 3. aday ise Ekmeleddin İhsanoğlu. Bir bilim ve gönül adamı. Bilgece duruşuyla, bir bilim ve kültür adamından topluma zarar gelmeyeceğinin adeta gösterdesi.

Rakiplerinin cehaletini dahi tebessümle karşılayan, onların zayıflıklarından ve çapsızlıklarından istifade etmek gibi, kısa ve kestirme bir yolu tercih etmeyen bir duruşun mümessili.

Türk toplumu kısa zamanda onu tanıma imkanı buldu. Ekmel hocayı sevdi, benimsedi ve bağrına bastı. Uzun yıllar özlemini duyduğumuz siyasal nezaketi ve unutmaya başladığımız siyasal centilmenliği onun şahsında yeniden tatma olanağı bulduk.

Onun konuşmalarında ve şahsında Türk siyasetine bambaşka bir soluk getiren Bülent Eceviti görmek mümkün. Her ikisinin de benzer yönleri oldukça fazla. Her ikisi de gösterişten kaçınan, disiplinli ve mütevazi bir yaşamı seçti. Yani tabiat olarak şimdiki iktidar sahiplerinin oldukça uzağında. Ekmel hocanın konuşmalarını dikkatle izliyorum. Bu konuşmaların satır aralarını iyi okuduğum kanaatindeyim. Çıkarttığım sonuç şu; ülkeyi ilgilendiren meselelere Türkiyenin ihtiyaç duyduğu konuları iyi tahlil eden, attığı adımı bilen, yolunu bilimin aydınlığıyla kateden yapısıyla insana güven veren bir şahsiyet.

Zaman zaman konuşmalarına yansıyan farklı aksanı bile bize sempatik geliyor. Haydi hayırlısı..