Kadınlarımızı kızlarımızı ne yapsak acaba?
Saçlarını geriye mi tarasalar? Ortadan yiv ayırıp yanlara mı tarasalar? Örseler mi, öylece düz mü bıraksalar?
Saçlarının kıvırcık olması şartını getirsek mi dersiniz?
Her kadın saçlarını giydiği elbisenin rengine boyatsa...
Belden yukarısına ne giyseler? Kalın kumaştan desensiz bir gömlek mi? Askılı tşört mü?
Şekli nasıl olsun? Yakalı mı yakasız mı? Gerdanı görünsün mü, görünmesin mi? Yakasız olup, yakası boynuna ve çenesine kadar uzasın mı? Yoksa omuzlarını gösteren bir şekil mi versek?
Gömleklerinin göğüs ve kol düğmeleri nasıl olsun? Kalp şeklinde olanları yasaklayalım. Sevgiyi çağrıştırır ve ahlaka mugayirdir. Yıldız şeklinde olsa bu da tevazudan uzak sayılır. Ben yıldızım anlamını çağrıştırabilir. Yuvarlak olsa hiç olmaz. Hani yuvarlak malum...
Köşeli uyar ama kaç köşeli olmalı? Üçgen mi, kare mi, beşgen veya altıgen mi olsun?
Kadınlarımızın düğmelerinin rengi nasıl olmalı.
Yeşil olursa islamı çağrıştırır ki, demokratik laik bir ülkede bu renkte kol düğmeleri kullanılamaz. Kırmızı olursa o da komünizmi çağrıştırır, sakıncalıdır. Sarı ve yeşil terörün kullandığı renkler. Saydam ve su renginde olabilir demeyin sakın. Zinhar olmaz. Çünkü saydam şeyler altını gösterir.
Düğme de olsa altını gösteren şeyleri kadınlarımız kullanamazlar...
*
Kadınlarımızın ve kızlarımızın ziynet eşyası kullanmaları farz mı, vacip mi, mekruh mudur? Bunu alimlerimize sormakta yarar var. Ziynet eşyası kullanmalarının dini açıdan ne gibi sonuçlarının olacağını ancak ulema(!) bilir.
Peki kadınların ziynet eşyası kullanmalarının yasal açıdan bir sakıncası var mı?
Bu da sorulur mu? Var tabi, olmaz olur mu diyeceksiniz. Haklısınız. Kadınlarımızın ziynet eşyası kullanmaları (Kanun kitaplarında yazmaz ama) suçtur efendim. Çünkü onların ziynetlerini gören hırsızlar ve kapkaççılar icrai sanata soyunmaktalar. Kadınlar ziynet eşyası takmasalar polisin ve adliyelerin işleri hafifleyecektir. Farzedelim ki, kadınlarımız ziynet eşyası kullanmadılar da, evlerinde bulundurdular. Kocaları eve geldiğinde takıp takıştırıp onlara daha güzel görünecekler. İşte bu suç dışarıda takmış olmalarından daha ağır bir suçtur. Çünkü, hırsızlar evlere girmek için zaten kendilerini tehlikeye atmaktalar. Bir de kapıları kırmak, kasaları açmak için yanlarında alet edevat taşımak zorunda kalacaklar. Onlara yazık değil mi?
Parmak izi arayan polisler hem masraf edecek, hem daha fazla zaman harcayacaklar. Üstelik ülkedeki ev hırsızlıklarının tamamı peşinen faili meçhul kaldığı halde, kadınların evlerinde ziynet eşyası bulundurmaları doğru mu?
Doğru değil tabi ki...
Kazara yakalanan veya hırsızlık şerefini ispatlamak için kendiliğinden teslim olanları adliyeler serbest bırakırken, eşyasını çaldıranları neden içeri atmadıklarını anlamak da mümkün değil. Çünkü, eşya bulundurmasalar hırsızlık da olmayacak. Suçlular eşyalarını çaldırarak hırsızları teşvik edenlerdir.
**
Gelelim kadınlarımızın alt taraflarına neyi nasıl giyeceklerine.
Bugüne kadar giyilenlerden neler var?
Amerikan kovboylarının at sırtında kalmaktan kıçı ve dizleri aşınmış, uygun yerleri yırtılmış kot pantolonlar... Uzun ve kısa etek ve bir de şalvar.
Kadınlarımıza bunlardan hangisini giydirsek acaba? Kotu yasaklasak, hayali atlara binerek Vahşi Batıda gezme düşleri göremeyecek, at hırsızı pozları veremeyecekler. Oysa ki, son yıllarda bu pozlara büyük rağbet var. Etek giymelerini istesek, bu hiç olmaz. Çünkü etek giymek Türk kıyafetidir ve ülkede yaşayan diğer soylara karşı ayrımcılık sayılır. Kopenhag kriterlerine uymaz. Türk kültürünü çağrıştırarak, Türklerin üst kimlik olduğu imasını doğurur ki, yakışıksızdır. Ayrıca ideal kadın kıyafeti olduğundan kadınlarımız kadın gibi görünmeye başlarlar. Kadınlarımız neden at hırsızı kovboylar gibi olmasınlar da kadın gibi olsunlar ki? Hangi çağda yaşıyoruz? İçimizi boşver sen. Dışımız çağdaş ve batılı olsun da, gerisi mühim değil. Ya şalvara ne dersiniz. Yedi rengin bütün tonlarını taşıyan, kadınları daha zarif ve daha kadınca gösteren şalvarları giydirsek nasıl olur acaba? Galiba bu da olmaz. Çünkü şalvar Osmanlı işidir ki, biz atalarımızdan utanıyoruz. Onları hatırlatan şeyler tu kaka... Gerçi atalarımız bizden mi, biz atalarımızdan mı utanıyoruz, ayırt etmek çok zor. Mesela bir seferde Kahramanmaraştan başlayarak Umman Denizine kadar fetheden bir atamız var. Şimdi birkaç dağ eşkıyasına maskara olan halimizi görse yüzümüze tükürmez miydi dersiniz? Neyse geçelim bu hikâyeyi de kadınlarımızın başına ne örteceğimize dönelim. Ne örteceğimizden önce de karar verelim.
Kadınlarımızın başını örtelim mi, örtmeyelim mi? Bu başörtüsü olayını kasten yazımın sonuna aldım. Çünkü seksen dört yıldan beri örtelim ve örtmeyelim kavgasındayız. Unuttuğumuz en önemli noktaya gelince.
Yahu kadınlarımız insan mı, değil mi? Bence insanın en harikası onlar. Ülkemiz de demokratik hukuk devleti mi, değil mi? İnsan hakları diye bir kavramı bilen veya duyan var mı? Var galiba.
O zaman bırakalım da başlarını örtüp örtmemeye kadınlarımız kendi özgür iradeleriyle karar versinler. Ne zorla açalım. Ne de zorla örtelim. Onların da insan olduklarını hatırlayalım ve unutmayalım.
Bu yeter işte...