Feride Çiçekoğlu?nun 1989 yılında senaryolaştırdığı ?Uçurtmayı Vurmasınlar? adlı romanındaki ufaklığın adıdır, Barış? Çiçekoğlu?nun ?Barış?ı anlatırken kullandığı ve yıllardır yüreklere/hafızalara kazılı duran cümle şöyledir: ?Adının anlamı dünyayı kucaklasa taşta büyümezdi barış...?
Bu nedenle barış, sanılanın aksine belli bir zaman diliminde elde edilebilecek nihai bir hedef değildir; sürekli bir çabayı zorunlu kılan zorlu bir eylemdir.
İnsanoğlunun birlikte yaşayamama trajedisinin sonucunda ?barış?ı vurursak neler olur? 21.yüzyılın ilk onundayız ve 20.yüzyıldan devraldıklarımızla yola devam ediyoruz, maalesef? Kendi barışını vuranların bakın başına neler gelmiş, dünyamızdan birkaç panorama:
Gazze?deki insanlık dramını Mavi Marmara gönüllülerinden dokuzunun canı pahasına hatırladığımız bugünlerde Filistin-İsrail çatışmaları oldukça aşina olduğumuz bir durum? Bu arada ?insani yardımı?, İslami propagandaya çevirenlerin de ayrıca ele alınması gerekiyor bir başka yazıda?
Birkaç haftadır Kırgızistan?da 75 bin Özbek göç yollarına çıktı. Sokaklar ceset dolu... Ama yakın dönemin asıl iki büyük trajedisinden bahsetmek gerekiyor: 1992-1995 yılları biri Bosna-Hersek (Srebrenitsa ve Gorajde), diğeri Ruanda soykırımı...
Hepimizin gözleri önünde oldubitti her şey? Biri Avrupa, diğeri de Kara Kıta?nın göbeğinde iki halk soykırıma kurban gitti. Bosna?da sadece Srebrenitsa?da 8200 Bosnalı Müslüman insan katledildi. Aslında bu savaş, II. Dünya Savaşı?nın bir devamıydı. Yugoslav partizanların efsanevi lideri Mareşal Tito?nun yarım yüzyıllık Yugoslavya?sı, etnik milliyetçiliği kontrol altında tutarak ve soğuk savaşın ikili dünyasının ona verdiği güçle ayakta kalmıştı.
Tito ölmeseydi, durum farklı olur muydu, bilmiyorum. Çünkü Bosna-Hersek soykırımı, II. Dünya Savaşı?nın ertelenmiş bir hesabıydı belli ki? Soğuk Savaş yıllarında ?Demir Perde? ile ?uygar dünya?dan zaman ve mekân olarak kopartılan bu coğrafyada, II. Dünya Savaşı?nda yaşananlarla yüzleşilmemiş, sadece bu çok etnikli karmaşık coğrafyaya Sovyet usulü bir estetik ambalaj geçirilmişti. Oysa yaşananların yarattığı travma kolektif hafızada uykuya da yatsa varlığını sürdürdü.
Hitler?in Yugoslav Krallığı?nı işgali ertesinde, Hırvat faşistleri ?Ustaşalar?ın nasıl binlerce Sırpı doğradıkları, Bosnalı Müslümanlardan müteşekkil SS Tugaylarının Sırpları nasıl avladığı, Sırp milliyetçisi ?Çentikler?in nasıl vahşice intikam aldıkları, Hitler?e karşı savaşan Titocu partizanların bu grupları iyice hırpaladıktan sonra kendi hâkimiyetini nasıl sağladığı tarihin sayfalarında tüm canlılığıyla duruyor.
?Demir Perde? çöküp Mareşal Tito da ölünce geçmişin bütün milliyetçi hortlakları birden canlanıverdi. Tabii en avantajlı kesim, dağılan Yugoslavya?nın düzenli ordusunun silahlarını sahiplenen Miloşeviç, Karaciç, Mladiç önderliğindeki Sırplar oldu. Bugüne kadar ?barış?a emek verilmemiş, sadece savaşa ara verilmişti. Nitekim 1994?te Gorajde?nin ortasındaki meşhur Drina Köprüsü mezbaha olmuştu. Sırp kasaplar, çoğu kez aynı sofrada yemek yediği, aynı kahvede zar attığı, aynı okulda okuma-yazma öğrendiği, aynı mezarlığı paylaştığı, elli yıldır yan yana yaşadığı komşularını boğazlıyordu bu sefer.
Srebrenitsa?da ise durum daha da vahimdi. Kentin düşmesinden sonra panikle Hollandalı Komutan Albay Karremans?ın başında olduğu Potoçari kampına sığınan binlerce Müslüman bu sefer hakiki bir Sırp kasabı olan Mladiç?e teslim edildi. 11 ve 17 Temmuz 1995 tarihleri aralığında 8200 Müslüman Bosnalı erkek katledildi. Kadınlara ise etnik kırım için sürekli tecavüz edildi. Bosna?daki soykırım sürerken, 1994?te Ruanda?da yüz binlerce Tutsi, Hutu milliyetçileri tarafından katlediliyordu. 800 bin Tutsi kabilesine mensup insan yüz günde öldürüldü. Nasıl mı?
Hutu milliyetçisi Başbakan Habyarimana?nın uçağının düşürülmesi ile ulusal radyodan katliam çağrısı yapıldı. O güne değin her bölgede Tutsi ve ılımlı Hutuları zaten fişlemiş olan Interahamwe örgütü eyleme geçti. BM ve ABD, ?tıpkı Bosna?daki gibi ikiyüzlü ve menfaatperestçe davranarak- bölgede öldürülen 10 BM askerini gerekçe gösterdi ve bölgeden çekildi. Fransa ve Belçika ise her şeye göz yumdu... Milliyetçi Hutu yönetiminin palalarla uyguladığı bu soykırım 20.yüzyılın en büyük soykırımlarından biri olarak tarihin karanlık sayfalarında yer alıyordu. Bu topraklarda böylesi yaşanmaz demek, gittikçe zorlaşıyor. İstanbul?daki İETT otobüsüne yapılan molotoflu saldırıda yanarak yaşamını yitiren genç kız, Osmaniye Kanlıgeçit?teki lojmanlara yapılan taciz ateşinde kaybettiğimiz genç öğretmen, yine İstanbul Halkalı?daki askeri servis aracına düzenlenen bombalı saldırıda yaşamının baharında ölüp giden üniversite adayı bir genç kız daha?
Ve Diyarbakır, Mardin, Van, Siirt, Batman, Hakkâri gibi kentlerde Kürt çocuklarına panzerle, dipçikle, biber gazıyla karşılık verip onları cezaevlerine tıkanlar böylesi korkunç bir sürecin alt yapısını oluşturmuyorlar mı/hazırlamıyorlar mı?..
Amerikalı entelektüel Noam Chomsky?in dediği gibi ?Barış savaşa tercih edilir. (...) Fakat nasıl bir barış? Eğer Hitler dünyayı fethetmiş olsaydı barış olurdu; ama bu bizim görmek istediğimiz türden bir barış olmazdı.? Bu aydınlatıcı belirlemenin ışığında ?barış? kimsenin dışarıda kalmayacağı ve korkmayacağı, birlikte güven içerisinde yaşayabileceği bir kozanın adı olabilmelidir. Yoksa barış hiçbir zaman gelmeyecek ve sadece savaşlara ara verilmiş olacak, bunca zamandır olduğu gibi? Her iki taraf için de anneler ve babalar günü gibi günler mutlulukların paylaşıldığı değil; ölümlerin/acıların hatırlandığı günler olarak yaşanacak bundan sonra? Haftanın kitap önerisi kentimizin yetiştirdiği nadir yazarlardan olan Ahmet Ümit?in Everest Yayınları?ndan çıkan son romanı ?İstanbul Hatırası??