Ülkemizde bölgelerarası gelişmişlik farkı eskiden beri dillendirilen bir konu. Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki insani gelişmişlik endeksleri Afrika ülkeleri ile başa baş gitmekte. Henüz köklü bir çözüm bulunamamış olması da bugünlerde bölge halkı tarafından eskiye oranla daha fazla dillendirilmekte. Azgelişmişliğin, özellikle de bölgelerarası gelişmişlik farklarının toplumsal birtakım depremleri yaratacağını tarih bizlere çoktan ispatladı. Üstelik artık başka bir dinamik daha var, mülteciler…

Henüz kendine yetemeyen bölge halkı, şimdi akrabalarına da kucak açmış durumda ve durumları gerçekten gittikçe daha da vahim bir hal alıyor. Her 20 kişiye 1 tuvalet inşa etmeyi hedefliyorken, mülteci misafir eden köylere yaptığımız ziyaretlerde görüyoruzki, bu endeksi yakalamak oldukça güç.

Sorunun kökeni elbette süregelen ihmaller zincirine dayanıyor, çünkü azgelişmişlik tarihi bir olgu. Asıl sorun olarak devletin ihmali olduğu düşünülse de bunun yanında çok farklı paydaşların da ihmali olduğunu görüyoruz.

İnsani Yardım Çalışmaları Yetersiz!

Toplumumuzda sosyal sorumluluk projelerinin geçmişi çok eskilere dayanmıyor. Kız çocuklarının eğitimine yönelik projelerin en eskisinin tarihi bile sadece 10 yıl. Halbuki toplam nüfus içindeki okur-yazar oranı bakımından ne kadar gerikalmış bir ülke olduğumuz eskiden beri biliniyordu. Kısacası sorun derin ve eski olmasına rağmen çözüm adına atılmış adımları yakın tarihimizde uygulama bulmuş olarak nitelemek yanlış olmaz. Yükselen sesler ile yeni trend Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgelerindeki durumun normalleşmesi sorunu, öyleyse durumun anormal olduğunun farkındayız. Nihayet farkına vardık ancak bu gecikme çözümde de birçok zorluk ile karşılaşmamıza neden oluyor. Bölgede faaliyet gösteren uluslararası yardım kuruluşlarında çalışacak insan gücü bulmakta zorlanıyoruz çünkü Türkiyede insani yardım sektörü diye bir kavram bile tam olarak oturmamış durumda, üstelik bu kadar çok insani yardıma ihtiyaç varken…

Uzun Vadeli Ne Yapmalı?

Çözüme ilişkin kısa vadeli yani çok acil önlemlerin yanısıra, bir de uzun vadeli etkide bulunacak kökten uygulamalara ihtiyaç var. Kalkınma sosyal bir olgu olduğundan, bir bölgenin ekonomisini kalkındırmak sadece ekonomik temellere dayanmıyor, topyekün bir kalkınmadan bahsedebilmek için insan kaynağının gelişimi yani beşeri sermaye artışına da ihtiyaç var. Bunu bir merdivene benzetirsek, ilk basamakta idari reformlar yer alıyor. Devletin kararlılık göstererek birtakım idari reformları gerçekleştirmesi ilk zaruri basamak. Bir sonraki basamakta bu iradeyi hayata geçirecek olan kalkınma ajansları bulunuyor.

Kalkınma Ajansları Reformun Öncüsü Olmalı!

Yasa çıkartmak, reform paketi hazırlamak çok sevdiğimiz bir iş. Uygulama safhasına gelindiğinde ise 'Türk gibi planla, Alman gibi yap sözünü hatırlatan örneklerle karşılaşıyoruz. 25.1.2006 tarihinde meclisten yerel kalkınma ajanslarının kurulumu ile ilgili bir kanun metni çıktı. 5449 sayılı bu kanunun amacı; Kamu kesimi, özel kesim ve sivil toplum kuruluşları arasındaki işbirliğini geliştirmek, kaynakların yerinde ve etkin kullanımını sağlamak ve yerel potansiyeli harekete geçirmek suretiyle ulusal kalkınma planı ve programlarda öngörülen ilke ve politikalarla uyumlu olarak bölgesel gelişmeyi hızlandırmak, sürdürülebilirliğini sağlamak, bölgelerarası ve bölgeiçi gelişmişlik farklarını azaltmak üzere oluşturulacak kalkınma ajanslarının kuruluş görev ve yetkileri ile koordinasyonuna ilişkin esas ve usulleri düzenlemektir. 2006 yılında faaliyete geçmiş olan İzmir Kalkınma Ajansı ve Çukurova Kalkınma Ajanslarından sonra ilk aşamada 8 tane daha ajans kurulması kararlaştırılmıştır. Şu an 20nin üzerinde ajans işler vaziyette.

İnsan kaynağı önemlidir!

Merdivenin üçüncü basamağında insan kaynağı yer alıyor. En uzun soluklu aşama ise bu. Çünkü eğitim birden bire olabilecek bir olgu değil. Zaman alıcı ve maliyet iyüksek. Üstelik tüm bunlar yapılsa bile yetişmiş insan kaynağını bölgede tutmanın yani beyin göçünün engellemenin de maliyeti yüksek. Bu basamakları zaman faktörüne dayanarak ele aldık. Bölge insanı daha çok tarım ve hayvancılıkla uğraştığından, bu sektörden kalkınmayı sağlamaya yönelik sanayi ve hizmetler sektörlerine bir insan kaynağı transferi kısa vadede mümkün olmayacak. Ancak yeni yetişen nesillere yönelik meslek edindirme kursları gibi eğitsel faaliyetler ile bir yumuşak geçiş sağlanabilir. Bölgedeki üniversitelere büyük iş düşmekte. Bölgenin kendi kaynaklarını kullanarak devlet destekli bir kalkınma modelinde üniversite baş aktör olmalı. Ayrıca meslek liselerinin artan önemini burada hissediyoruz. Meslek liselerinin fonksiyon ve verimlilikleri gözden geçirilmeli, somut çareler üretebilecek konuma yükseltilmeli.

İki Sektör: İnşaat ve Turizm

Uygulama safhasında, en acil önlemlerin uygulanacağı alanlar olarak sorunların nispeten fazla hissedildiği yerler seçilmeli. Çünkü kalkınmamışlığın dezavantajlarını en derinden yaşayan insanlar bu tür azgelişmiş bölgelerde. Yani kalkınma kırsaldan başlayıp dalga dalga nispeten kalkınmış bölgelere doğru genişlemelidir. Devletin bölgelerarası eşitsizliği gidermede özel sektöre sağladığı teşviklerin işlevsel olmadığını gördük. Çare olabilecek kalkınma modeli, kamu yatırımlarının arttırılması sureti ile gelir seviyesinin yükseltilmesi ve tüketim kapasitesinin arttırılmasıdır. Kendine yetebilen bir bölge oluşturabilmek için iç dinamikler harekete geçirilmedir. Türkiyenin de lokomotifi olan inşaat sektöründe canlanma yaratarak vasıfsız iş gücüne istihdam olanakları yaratılabilir, bu sayede bölgenin bir diğer kanayan yarası olan kentsel dönüşüm de gerçekleştirilebilir. Ayrıca bölgenin yüksek turizm potansiyeli de değerlendirilmeli. Birçok medeniyete evsahipliği yapmış bölge eşsiz bir tarihi mirasa sahiptir. Hal böyle iken bölgenin turizmden aldığı pay çok az kalmakta. Bölgelerarası eşitsizliği giderme modelinde öncü sektörler inşaat ve turizm olmalıdır. Sonraki yazılarımızda bu konuları ele alacağız.

Şimdilik görüşmek üzere.