AMAÇ: TÜRK ORDUSUNUN EMRERYAL PLANLARA ENGEL OLMASINI ÖNLEMEK

Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) adıyla Ortadoğu’yu savaş oyunlarının merkezi haline getiren ABD, koalisyon güçleriyle birlikte mevcut siyasi cografyayı değiştirerek, yeni ileri karakol devletleri kurmak üzere harekete geçti.

Öngörülen plan bölgeyi siyasal bir laboratuvara, binlerce yıllık kadim halkları ise deneklere dönüştürecek olan bir emperyal haçlı oyunuydu.

Bu zamana kadar dost ve müttefik kavramlarıyla şekillenen Türk - Amerikan ilişkileri her ne hikmetse artık "stratejik ortak"lıkla adlandırılıyordu.

Birinci tezkerenin reddiyle onurlu bir siyasal hamle yapan TBMM rüştünü ispat etmiş, işgalin zayıf ayağı olmayı kabul etmemişti.

Türk ordusu İskenderun limanında bekletilen Amerikan kuvvetlerinin Türkiye üzerinden Irak’a girme planındaki sakıncaların ve kuşkuların farkındaydı.

Zira yakın tarih Türkiye ve Türkler açısından derin ve anlamlı izlerle doluydu. Körfez Savaşında "bir koyup üç alamayan" bir ülke profili ve Şemdinli kaymakamının yakasına yapışan İngiliz subayının görüntüleri Türk milletinin hafızasındaki tazeliğini koruyor.

İskenderun Limanından Türk topraklarına giriş yapacak olan Amerikan kuvvetleri çeşitli bölgelerde konuşlanacak ve üsler kuracaktı.

Toplam doksanbin askerle birlikte, aslında Irak’la birlikte işgal için kündede tutulacak olan ikinci ülke Türkiye olacaktı.

Türkler kendi milli coğrafyalarında Türk askerinden başka bir askerin potinlerini görmek istemiyordu. Türkiye planı suya düşen Amerika diğer seçenekleri değerlendirerek, Irak’ı işgal etti.

Artık Türk - Amerikan ilişkileri asla eskisi gibi olmayacaktı.

Bush’un kabinesindeki "Vulcan" ekibi Türkiye’li sert bir dille eleştiriyor, diplomatik savaş yöntemleriyle ilişkileri geriyordu.

Türk ve Amerikan askerleri zaman zaman karşı karşıya geliyor. bir asabiyet savaşına dönüşen güç sınama seansları aleniyet kazanıyordu.

Asıl kırılma Süleymaniye’de beklenmedik bir anda gerçekleştirilen karargah baskınıyla yaşandı. Dostça bir görüntüyle girilen karargahta aniden Türk askerlerine yönelen silahların gölgesinde milli ordunun personeli kelepçelenmiş, başlarına ise çuval geçirilerek esir edilmişlerdi.

Basit ve yanlış anlaşılmadan kaynaklaran bir hadise olarak geçiştirilmeye çalışılan "Çuval Hadisesi" aslında derin anlamlar taşıyan ve kalleşçe gerçekleştirilmiş bir baskın olarak hafızalara çoktan kazınmıştı bile.

Amerikanın çıkarlarının başladığı yerde, Türkiye’nin çıkarları bitiyordu. Birbiriyle örtüşmeyen, tersine birbirine iten bu zoraki birlikteliğin en büyük ve en muazzam engeli olan Türk ordusu cezalandırılmalı ve devre dışı olmalıydı. Nitekim öyle oldu.