Güney sınırımızdaki komşu ülke (Suriye) uygun alt yapı oluşturulduktan sonra kargaşa ve kaosa sürüklenmiş, bunun sonucunda 4 milyonluk devasa bir nüfus hareketliliği daha Kuzey’deki bir diğer ülkenin (Türkiye) rahmine yerleştirilmiştir.

Kimilerinin muhacir - ensar esprisiyle kamufle etmeye çalıştığı bu harekat aslında “Büyük Amerikan Planı"nın bir sonucudur.

Suriyeli makyajıyla sınırdan elini kolunu sallayarak geçenler elbette tamamıyla homojen bir yapıya sahip değildiler. Türk Devleti’nin bunları kavun gibi koklayarak iyiyi kötüden ayırt etmesi de mümkün değildi.

Ajan - provokatör gruplardan, Tehdiş örgütü mensuplarına PKK’dan IŞİD’e oradan Taşnakçı Ermenilere kadar bu çorbanın içinde neler yok ki?

Bir de topraklarını kaybederek yepyeni bir coğrafyada savrulan ve birer serseri mayın gibi nerede nasıl ve hangi koşulda patlayacağı belli olmayan insan hareketliliğini düşündüğünüzde bugün birer kriminal vaka olarak ortaya çıkan Suriyeli gerçeğini daha iyi anlayacaksınız.

911 km’lik sınır hattı boyunca hedefteki Türk şehirlerinin demografik yapısı tehdit ve tehlike altındadır. Huzursuzluk, şımarıklık, kaba kuvvete dayalı güç sınama seansları, kural tanımazlık, yasa harici yollara tevessül etme eğilimleri kontrol mekanizmasını zorlamaktadır.

Suriye’den milli sınırların içlerine doğru akan yığınsal göçün Avrupa’ya sirayet etmesini önleme görevi de küresel güçler tarafından Türkiye’ye yüklenmiş ev ödevleri arasındadır.

Sığınmacılığın giderek bir istila ve başkalaştırma harekatına dönüştüğü bu süreç, dağdan gelenin bağdakini kovduğu bir gerçeğin habercisi olacak mı onu da zaman gösterecek.

Ancak cehenneme giden yolun iyi niyet taşlarıyla örüldüğü gerçeğinden bahisle bu kadar yoğun bir göçle tek başına hiçbir ülkenin başa çıkamayacağı gerçeğini de harmanlayarak 4 milyon Suriyeli ile toplamı 5 milyonu bulan göçmen nufüsuyla Türkiye’nin nasıl bir tehlikeli girdabın içinde olduğu ise ortada.

Tarihte bunun açık örnekleri var.

Roma İmparatorluğunun yıkılmasındaki asıl nedenin aldığı aşırı göçler olduğunu tarihçiler sıkça vurguluyor.

Muhacir canı ve ırzı tehlike altındaki bir avuç insan topluluğudur, bu sayı milyonlarla ifade ediliyorsa buradan farklı bir sonuç çıkartmak gerekir.

Kaldı ki muhacir sığındığı ülkenin yasalarına bayrağına değerlerine tabii olur. Neticede o ülkenin asli unsuru değil ancak sığınan statüsündedir. Muhacir, ensarın karısını, kızına tasavvut etmez, onun canına kast etmez, gasp yapmaz, uyuşturucu satmaz, Allah'ın men ettiği kulun reddettiği işlerden uzak durur.

Sosyo kültürel realitenin emri gereği olarak ensar bir taş ise muhacir ancak bir camdır. Ancak Türkiye koşulları bunun tam tersi istikamettedir.

Sonuç itibarıyla Türkler seçilmiş bir millet olarak ensar olmanın şuurunu yaşarken Suriyeliler muhacir olmanın derinliğindeki şuurun oldukça uzağında kalmakta ısrarcı davranmışlardır.

Bu manada: Gazikent'te boğazına bıçak saplanan da Bahçelievler'de rehin alınan da, Eşme'de saldırıya uğrayan da kendi öz yurdunda garip ve parya pozisyonuna düşürülen Türkler ve Türkiye’dir.

Resmi kattan gelen sabır ve itidal çağrılarının ve birlikte yaşama dayatmasının çözüme ne kadar katkı sağlayacağını önümüzdeki süreçte göreceğiz.