Okullar yeni açılmıştı. Öğretmen odasında aynı sınıfları okutan üç öğretmen arkadaş konuşuyorduk. Belde okulu olduğu için öğrenciler kitaplarını okulun açılmasının ardından aylar geçmesine rağmen tamamlayamıyorlardı. Bu da derslerin aksamasına, bazı öğrencilerin eksik kalmasına sebep olmaktaydı. Biz üç öğretmen ortak karar aldık. Tokat'tan bir kitapçıyla anlaşıp kitapları getirecek, öğrencilere dağıtacak, parasını toplayarak kitapçıya verecektik.

Ertesi günü benim arabamla Tokat'a gittik. Bir kitapçıyla görüşerek anlaştık. Kitapçı kitapları seçip sayarak kolilere koyarken Yunus Bey;

-Hocam arabanın anahtarını ver de sağlık müdürlüğüne dilekçemi onaylatıp postaya vererek geri geleyim, dedi. Yunus beyin eşi beldenin ebesiydi. Emekli Sandığından eşinin adına borç para alacaklardı. Anahtarı verdim. Yunus bey yanımızdan ayrıldı.

Aradan yarım saat kadar zaman geçti. Kitapçı dükkanının karşısında, karşı kaldırımın yanında siyah bir araba durdu. İçinden siyah elbiseli üç kişi inerek kitapçıya geldiler. Aralarından biri sordu;

-Mehmet Nacar kim?

-Benim.

-Bizimle geleceksin ama arabadaki şahısla sakın konuşma!

-Konu ne?

-Karakolda öğrenirsin.

Gelenlerin sivil polis oldukları hallerinden belliydi. Kitapçıdan çıkarken üçüncü arkadaşımız Fuat bey de çıkmış başka bir yöne doğru gidiyordu. Polislere;

-Şu giden arkadaş da bizden. Onu da alın, dedim.

Fuat'ı da çağırıp ikimizi birden arabaya bindirdiler. Yunus bey arabanın arkasında oturuyordu ama konuşmamız yasaktı. Karakolun önüne geldik. Arabalardan indik. Benim göl mavisi Hacı Murat arabama benzer bir araba karakolun önünde duruyordu. Dikkatle baktım. Benim arabanın üç kapısında birden boya yoktu ve pas akıyordu. Duran araba benim değildi.

Karakola girdik. Koridorda bir kişi oturuyordu. Bizi tek tek karakol amirinin odasına çağırarak ifadelerimizi almaya başladılar. Sıra bana gelince amir bey elindeki anahtarı göstererek;

-Bu anahtar senin arabanın anahtarı mı?

-Evet benim.

-Araban nerede?

-Paşa Camisinin önüne park etmiştim.

-Şimdi orada mı?

-Ben bıraktığımda oradaydı.

-Peki, senin bu anahtarın nasıl oluyor da her kapıyı açıyor?

-Bilmem. Hiç denemedim ki.

-Çık dışarı.

Koridora çıkıp banktaki boş yere oturdum. Bir memur gönderip benim arabamı da karakolun önüne getirdiler. Yanımda oturan şahsa sordum;

-Senin suçun ne?

-Suçum yok. Arabam çalındı benim.

-Arabanın markası ne?

-Murat 124.

-Rengi ne?

-Göl mavisi.

-Nereden çalındı?

-Paşa Camisi'nin önünden.

Yunus beye sormaya başladım bu defa da;

-Yunus bey ne oldu? Seni ne için yakaladılar? Buraya neden geldik?

-Vallahi bilmiyorum hocam. Sizden ayrılınca il sağlık müdürlüğüne gittim. Dilekçeyi onaylattım. Postaya verdim. Tekrar yanınıza dönerken Bankalar Caddesinde bir araba önümü bir diğeri arkamı kesti. İçinden silahlı adamlar indiler. Silahları kafama dayayıp ''Kıpırdama, İn aşağı'' dediler. Birkaç da yumruk atıp sizin yanınıza getirdiler.

Koridorda gezinen bir memurdan rica ettim;

-Bizim suçumuz ne? Buraya neden getirildik?

-Bilmiyor musunuz?

-Hayır…

-Araba hırsızlığı…

Sonra üçümüzü birden karakol amirinin karşısına çıkardılar. Amir hep aynı sözü tekrarlıyordu.

-Bu nasıl bir anahtar ki, her kapıyı açıyor?..

Arabamın anahtarı çok kullanmaktan dolayı aşınmış, orta kısımdan boydan boya yarılmıştı. Her kapıyı açtığını karakolda öğrenmiş oldum. Amir bey kimliklerimizi almıştı. Her ne kadar;

-Biz öğretmeniz. Çocuklara kitap almak için geldik. Araba filan çalmadık, dediysek de söz anlatamadık.

-Kardeşim, öğretmen hırsızlık yapmaz mı, diye yanıt veriyorlardı.

Fuat beyle beni bileklerimizin içine kaşe vurarak bıraktılar. Ertesi günü mesai başlamadan önce karakolda olmamızı sıkı sıkı tembihlediler. Biz nezarethaneye attıkları Yunus beyi de götürmek istedik. Ancak amir bey;

-Emniyet Müdürüne soralım. Biz kendimiz bırakamayız. Müdür Bey bırakın derse gidersiniz. Gelin beraberce Müdür beye çıkalım.

Birlikte Müdür beye çıktık. Müdürle hükümet binasının koridorunda karşılaştık. Karakol amiri durumu anlattı. Müdür;

-Olmaz kardeşim. Bırakamayız. Biz bırakırsak yarın savcı bey bizim hakkımızda işlem başlatır. Arkadaşınız nezarette kalacak bu gece…

Arabamın anahtarını verdiler. Çarşıya çıktık. Fuat beyle konuştuk bir süre. Beldeye nasıl dönecektik? Yunus beyin eşi ebe hanım sinir hastasıydı. Yunus'un nerede olduğunu ona nasıl izah edecektik? Bir süre dolaştık. Mesai bitince tekrar karakola geldik. Gündüz bizi sorgulayan amir gitmişti. Kır saçlı, daha olgun birisi masada oturuyordu. Kapıyı tıklatıp girdik. Yüzümüze bakarak;

-Ne var, ne istiyorsunuz?

-Biz ikimiz Günçalı beldesi öğretmeniyiz. Bir arkadaşımız da nezarette. Kitap almaya geldik ama adımız bir yanlışlık sonucu hırsızlık olayına karıştı. İsterseniz Milli Eğitim Müdürlüğünden, isterseniz Emniyet Müdürlüğündeki polis arkadaşlardan veya halktan bir kefil göstereyim. Arkadaşımızı verin bize. Yarın istediğiniz saatte kesinlikle burada oluruz.

Karakol amiri hiç tereddüt etmedi.

-Tamam, arkadaşınızı verelim ama yarın saat yedide burada olacaksınız.

Sevindik tabi ki. Saat altıda karakolda olacağımıza söz vererek Yunus beyi aldık ve Günçalı'ya döndük. Yolda Yunus beye sordum,

-Yahu Yunus ben hala anlamadım. Sen ne yaptın?

-Hocam anahtarı aldım. Caminin önüne gittim. Araba orada duruyordu. Anahtarla kapıyı açtım. Kontak anahtarını yuvasına sürüp marşa bastım. Araba çalıştı. Gidip işlerimi gördüm. Kitapçıya dönerken beni yolda yakaladılar.

-Seni neden yakaladılar?

-Hocam, senin araban diye aynı renkte başka bir arabayı açmış ve binmişim. Sahibi arabayı yeni almış. Caminin önünde göremeyince oradaki esnaflara sormuş. Onlar da görmedik deyince karakola koşmuş ve hırsızlık duyurusunda bulunmuş. Şansımızdan dün hem bir araba, hem de bir kamyon çalınmış Tokat'ta…

Güler misin ağlar mısın?

Sinirlerimiz gergin. Kaygı içinde Günçalı'ya döndük. Akşam televizyonda sürekli izlediğimiz ''Sanfıransisko Sokakları'' oynuyor. Baştan sona polisiye gerilim. Diziyi izledikten sonra daha çok gerildim. O gece uyku uyuyamadım. Ertesi sabah erkenden kalktık. Yunus'un benim arabamın renginde bir Hacı Murat'ı vardı. Bu defa da ona bindik ve Tokat'ın yolunu tuttuk. Yunus'u bize veren amir henüz karakoldaydı. Geldiğimiz konusunda bilgi verip beklemeye başladık.

Koridorda yan yana oturuyoruz. Su içmemiz bile izne tabi. Yavaş yavaş suçlular toplanmaya başladı. Öğleye kadar on beş kişi kadar olduk. Kimse birbirine bir şey sormuyor. Öğle yemek vakti geldi hala karakoldayız. İzin alıp yemek yiyerek geri döndük. Öğleden sonra saat üç sıraları bizi bir polis minibüsüne doldurdular. Şehrin ana caddesini boydan boya geçerek adliye binasına geldik. Tokat küçük yer. Bizi minibüste görüp tanıyanlar olacaktı mutlaka. Suçlular birer birer savcının huzuruna çıkarılıp ifadeleri alınmakta. Sıra bize geldiğinde savcı ilk beni çağırdı. Odasına girdim. Elinde benim arabamın artık bayağı ün kazanmaya başlayan anahtarı;

-Bu anahtar senin mi?

-Evet Savcı Bey.

-Bu anahtar nasıl oluyor da her kapıyı açıyor?

-Bilmiyorum savcı bey. Ben o anahtarla arabamı açarak çalıştırıp biniyorum. Başka hiçbir anahtar deliğinde denemedim. Eğer anahtarın bir suçu varsa bilmem ama benim suçum yok. İsterseniz anahtarı adli tıpa göndererek sabıka kaydı çıkarabilirsiniz.

-Çık dışarı..!

Benden sonra Yunus ve Fuat beyleri de ayrı ayrı dinledi savcı. Sonra üçümüzü birden odasına aldı. Yunus'a;

-Sen böyle kafayı çekerek direksiyona geçersen daha çok gelirsin buraya. Bir gün elin dükkanına da arabayla girersin, dedi.

Yine çıktık koridora ve beklemeye başladık. Yarım saat sonra mübaşir koridorda bağırdı.

-Sanıklar serbeeeestt…

Yunus'un derin bir oh çektiğini gördüm. Saç, ense, favori tamamdı Yunus'ta. Terörist gibi görünüyordu ama birkaç ameliyat geçirmişti. Asla alkol filan almazdı. Bana döndü;

-Nezarette beni mahvettiler hocam. Birkaç yumruk yedim ama canıma yetti.

Yine de sevinmiştik. Arabamıza binerek Günçalı'ya döndük. Yunus adliyeye giderken;

-Bu beladan kurtulursam bir kurban keseceğim, demişti.

Kurbanı kesti. Kitapları öğrencilere dağıttık.

Her isteyene araba vermemek gerekiyordu.

Dikkatsizliğin cezasını çok ağır ödemiştik.