Hep düşünmüşümdür altmışlı yıllarda doğan insanların farklı özellikleri olabileceğini. Yetiştirilme ve eğitim anlamında ve gelişme dönemlerinde ki değişiklikler açısından incelersek. Bir köprü nesil olarak, gelenekselliği modernleşme ile bağdaştırarak bakınca, önemli görev üstlenmiş gibidir altmışlılar.
Bahçeli (hayatlı) evlerde doğmuş, odun sobası ile ısınmış, apartmanlarda yetişmiş, kaloriferin keyfini sürmüştür. At arabasında gezmiş, kara şanzıman araçlara binmiş, havalı Apollo ile seyahat etmiş arkasından taksi zevkini yaşamış, klimalı otobüsler ve uçağın konfor farkını yakalayabilmiştir. Abaküs ile toplama çıkarma yaparken kollu mekanik hesap makinelerini kullanmış, bilgisayarlar ile hıza erişmiştir. Sinemalarda kovada buz ile soğutulmuş gazoz yanında simit yemiş, pop-corn ile filmde izlemiştir. Transistorlu radyolarda arkası yarın dinlerken, siyah beyaz televizyona, arkasından uydu sistemleri ile renkli ve dijital TV zamanına ulaşmışlardır. Bayramlarda kapı kapı gezerek harçlık, mendil ve şeker toplamış, bayramı fırsat bilip, her şey dahil tatile de kaçmıştır. Mektup da yazmış, mailde atmışlardır. Şehirlerarası telefonda Adana veya Anakara olmadan İstanbul'a ulaşamamış ama cep telefonları ile her yerden her an konuşabilmişlerdir. Görücü usulde evlenmiş, flörtü ile ailesini de tanıştırabilmiştir.
Kısaca teknolojik ve kültürel değişimi, anatomik gelişimi ile birlikte yaşamış, yeniliklerin ve çağın hızını yakalayabilmenin önemini kavrayabilmişlerdir. Kendilerinden bir önceki dönemler değişimde zorlanırken, daha da önceki dönemler ise alışamazken altmışlılar, bu teknolojik değişime ve hızlı hayata yabancı kalmamışlardır. Bir sonraki dönemlerin ise “hadi canım sende” dediği hayat tarzını bizzat yaşayabilmiş, bu günlere varmış olmanın değerini iyice benliğine sindirmiştir. Gelenekselliği-modern yaşama, basit veya mekanik makine sistemlerini-dijital teknolojiye taşıyabilmişlerdir. Yani altmışlılar değişimin tam da ortasında kalarak, o atlama tahtasını teknoloji ve kültürel yenilikler ile birlikte kullanmıştır. Eskilerden çokça duyduğumuz “zamane” sıfatını altmışlılar kendi çocukları ve genç nesil için pek kullanmamaktadır. Çünkü nesiller değiştikçe farklılaşmanın olabileceğine alışık ve hazırdırlar.
Bu günlerde kırklı yaşların tecrübe ve olgunluğu ile çağa ayak uydurabilme yetenekleri ile gelişen Türkiye'nin yeni idarecileri ve yöneticileri olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Bir çok ticari kuruluşun başında müteşebbis veya karar verici olarak misyon üstlenmektedirler. Ve tabi ki diğer alanlarda da eğitim, tıp, hukuk, fen alanlarında ki mesleklerde, sanatsal etkinliklerde üretken olarak. Ancak en önemli görevlerinden birisinin de geçmiş ile bu günü bütünleştirebilmek olduğunu düşünüyorum. Bu kadar değişimi yaşayarak, yeni kuşaklar ile sosyal iletişim rahatlığını kullanabilen altmışlıların kültür ve geleneklerimizi de bir sonra ki nesillere taşımak zorunda olduğunu, bu misyonun da bir milletin varlığını sürdürebilmesi için gereklilik olduğunu düşünüyorum. Mutlaka ki tüm ebeveynler aynı görevi üstlenmelidir ama altmışlılar sanki başarmada daha şanslı gibi. Köprü nesil olmaları açısından.
Daha yaşlılığın getirdiği fiziksel ağırlık yokken, dinamizmini düşünsel ve refleks anlamında kaybetmemişken, algılama ve anlayabilme yeteneği beynimizi zorlamazken, ben de dahil olarak diyorum ki;
–Ne kadar kültür değişimine zorlansak da, ne kadar da milli duygularımız köreltilmeye çalışılsa da, özümüze bağlılığımız zayıflatılmak istense de dinimizle, imanımızla, geleneklerimiz ve kültürümüzle, varlığımızı ve dirliğimizi gelecek nesillere taşımak ve bu görevin sorumluluğunu üstlenmek zorundayız.