1968 yılının eylül ayı başlarında askeri eğitimimizi tamamladık. Kalan askerliğimizi TSK emrinde sivil er öğretmen olarak tamamlayacaktık. Bu nedenle askeri üniforma altındaki son günümüzde, daha önce Ankara'da çekilmiş olan kuralar bize okunmaya başlandı. Kim hangi ilde öğretmenlik yapacaktı? Benim şansıma Ordu ili çıkmıştı.

Kilis'te on beş günlük dinlenmeden sonra o yılların gurbetçileri gibi bir kilime sarılı yatağımla Gaziantep'e geldim. Oradan şehirlerarası otobüslere binerek Ordu'nun yolunu tuttum. Araçlar ilkel, yollar kötüydü. Ertesi günü Ordu'ya ulaştım. İlk işim Milli Eğitim Müdürlüğüne uğramak ve görev yapacağım okulu öğrenmek oldu. Salondaki listeden adımı buldum.

Ordu ili, Akkuş ilçesi, Ormancık köyü yazılıydı.

Orada bulunan Ordu'lu bir öğretmene Akkuş ve Ormancık köyünü sordum. Yüzüme acıyarak baktı.

-Hocam size burada birinin kastı mı var acaba?

-Hayır, beni kimse tanımaz, dedim.

-Çok zorlu bir yere vermişler sizi, dedi. Ünye'ye giderek oradan sormamı, Akkuş arabalarının Ünye'den kalktığını söyledi. Ben de hemen Ünye'nin yolunu tuttum. Sorarak Akkuş arabalarının yerini buldum. Minibüs tarzı çarkıt bir arabaya binerek yola çıktık. Arabamız sarp dağlara tırmanmaya başladı. Tamamı S harfi gibi virajlardan oluşan yol bir türlü bitmek bilmedi. Akşam üzeri Akkuş'taydım. Akkuş burası dediklerinde gözlerime inanamadım.

Akkuş yaklaşık beş yüz metre uzunluğundaki toprak bir yolun iki yanına sıralanmış, kulübe tarzı ağaç dükkanlardan ibaret bir yerdi. Büyük bina olarak yalnızca bir kereste fabrikası ile belediyenin yeni yaptığı belediye gazinosu vardı.

Otel sordum. Gösterdiler. Ağaçtan iki katlı ve evden bozma bir yerdi ama altı kahve üstü oteldi. Şansım varmış ki, bir yatak bulabildim. Akkuş'a Cuma günü inmiştim. Akşam ilköğretim müdürünü bularak köyü sordum.

-Hocam, yarın cumartesi. Yani, Akkuş'un pazarı. Mutlaka Ormancık'tan gelen köylüler olacaktır. Sizi onların yanına katarak köye göndeririz, demişti.

Ertesi günü ilköğretim müdürü beni köylülerimle tanıştırdı. Muhtarımız da gelmişti. Hani, köylerinin yeni öğretmeniyim ya. Bana kıyak yaptılar. Köyde bulunan tek at da o gün pazara gelmişti. Sahibinden izin alıp beni ata bindirdiler. Yatağımı da bir eşeğin sırtına sıkıca bağladılar. Yanımda birkaç köylü ile birlikte Ünye-Akkuş yolunda bir kilometre kadar ilerledikten sonra atın başını sol tarafa, ormana çevirdiler.

Yol iz yoktu. Araziye uyup gidiyorduk. Sık ormanlar ve ağaçların heybeti beni büyülemişti. Dağlar sarp, vadiler dikti. İnişli çıkışlı dört saat kadar yol aldıktan sonra;

-Okula yaklaştık, aha şu tepenin ardında, dediler.

Tepeyi aştık. Yüz metre ötede yarısı dağa gömülmüş, kararmış ağaçlardan yapılmış bir harabeyle karşılaştım.

-Hani okul, diye sordum.

-Aha karşımızda ya, dediler…

Okulun kapısında benden bir yıl önce atanan Eskişehirli er öğretmen Yunus Pirinçtane'yle karşılaştık ve yatağımı eşeğin sırtından indirip içeri aldık.

Okulu cumhuriyetin ilk yıllarında köylüler yapmışlardı. Ormandan kesilen direkler üst üste çakılarak duvarlar yapılmış, çamurla sıvanarak üstüne tahtadan bir tavan geçirilmişti. Çatısı da vardı ama çatıda kiremit yerine ağaç parçaları dizilmişti. Okulun yapımında metal çivi kullanılmadığını, çivilerin de ağaçtan yapıldığını sonradan öğrendim.

İlk akşam Yunus'un misafiriydim. Zeytin çıkardı. Dolaptan aldığı ekmekleri sobanın üzerinde, temas eden yerleri yanana kadar ısıttı. Yanıkları bıçakla kazıyarak zeytin ekmeğimizi yedik. Çayımızı içerken Yunus okul ve köy hakkında bilgiler verdi. Köy yüz haneydi. Evler dağınık sistemdi ve her iki evin arası bir iki kilometre vardı. Köy denilen yerde görünen tek ev yoktu. Orman içinde kaybolmuşlardı.

Yatma saatimiz gelmişti. Yol yorgunuydum. Yunus;

-Gel sana bir yatak yapalım, diyerek dışarı çıktı. Peşinden ben de çıktım. El feneri ışığında bir kapıya sarıldı. Kapıyı yerinden söküp çıkardı ve odasına getirdik. Sonra da iki sıra getirerek kırdık. Kapıyı sıraların üzerine yamayarak bir karyola yaptık.

Sabah kalkınca okulu gezdik beraber. Labirent gibi bir yerdi. Yıllardan beri her gelen öğretmen bir kapı açmış, bir pencere kapatmış… Okul demeye bin şahit isteyen garip bir binaydı. Biraz sonra siyah önlüklü öğrencilerimiz orman içinden farklı yönlerden küçük karınca grupları gibi gelmeye başladılar. Aralarında ceket, pantolon ve köylü şapkası giyen iri yarı öğrencilerimiz de vardı.

Birinci ve ikinci sınıflar benim, üç, dört ve beşinci sınıflar Yunus öğretmenindi.

Derslere başladık.

Yazar İletişim

[email protected]

TLF: 0535 836 16 82