Bir süre önce gündem Ahmet Şireci'nin kaçırılması hadisesiydi. Duydun mu ? Nasıl olmuş ? sorularının ardından yorumlar yapılıyor. Bilenler bildiği kadarıyla konuyu bir tarafından yakalamaya çalışıyordu. Her insanın penceresinden gördüğü kadarınını resmetmekle, bildiği kadarını söylemekle, duyduklarıyla da yetinmek gibi bir mecburiyeti var. Ancak bizim gibi konuya diklemesine girmeyi deneyen, insan gruplarına ani şoklar veren kesiminde pek fazla olduğunu düşünmüyorum. Ticaret Odası'ndaki toplantımızda dahil olmak üzere görüştüğümüz her grupla, konuya hassasiyet gösteren herkese ve herkesime şu soruyu sordum. Kaçırılan, hürriyetinden yoksun bırakılan ve akibeti meçhul işadamı Ahmet Şireci mi, yoksa onun şahsında Gaziantep'in kendisi mi ? Estirilen beyin fırtınasının neden olduğu buz gibi bir hava ve derin sessizlik. Ahmet Şireci ile sınırlandırılamayacak kadar kökleri derinlerde bir sürecin habercisi olduğunun izahı ve yeniden düşünmeye sevk olunan insanlar. Meseleyi farklı bir perspektiften alarak, nedenleri ve niçinleri değerlendirdiğim, eldeki mevcutları birbirine çarparak vardığım sonucu 8-10 yıl önce de yazmıştım. Benim vazifem, Gazianteplileri daldıkları güzellik uykusunun mahmurluğundan çekip almak, tıpkı yurdum ve ulusum gibi ashab-ı kehf'in derinliğinde kaybolan o uykudan uyandırmak. Evet, durumdan kendime vazife çıkartıyorum. Herkesinde vazife çıkartması gerektiğini ve bir duruş göstermesinin altını çizerek ilan ediyorum. Çünkü bu şehir, bir çocuk gibi elinden tutanların nereye götürdüğünü bilemeyecek kadar masum, akibetini sorgulamayacak kadar neme lazımcı, edilgen ve korkak. "Kaçırılan Ahmet Şireci. Bana ne yahu, Hürriyetine ket vurulan ben değilim nasıl olsa. Onun milyon dolarları var, benim yüzbinlerim. Ya da onlar malikanede, falanca muhitte oturuyor bense orta halli bir semtte. Onlar zengin, ben fakirim. Bana ilişmezler nasıl olsa" mantığı var ya. İşte bam teli burası. Herşeyi ve her olayı parayla ilişkilendirmek, her meseleye varlıkla ve kazanımlar dariesinden bakmak, insanları yanılgıya sevkeder. Para ve varlık önemli olabilir. Ancak onu da aşabilecek kadar derin bir düşüncenin eyleme dönüştüğünü, 100 yıllık bir projenin yavaş yavaş, sindire sindire hayata geçirilmekte olduğunu hiç düşündüğünüz mü ? Bu projeler Ahmet Şireci'yi de aşar, Memik Kiya'yı da, Ahmet Ağa'yı da aşar. "Baa ne gere var aam. Devlet var, hökümet var, polis var, candarma var, aylesi var. Ne gerekiyse yaparlar zaaar" Ökkeş Özekşi' de savunmasız bir şekilde demir çubuklarla canına kastedildiğinde, Gaziantep yine aynı durumdaydı. "Nasıl olsa, yırtılan abacı bekirin yakası" mantığı. Elbette gerekenler yapılıyor, yapılacaktır da. Ancak uyku öyle bir gaflettir ki, onun için adına "küçük ölüm" sıfatı eklenmiştir. Uyku, bireylerle başlar, toplumun genelinde kabul görür, oradan kurumlara sirayet ederse, yaşadığınız şehri ve ülkeyi kuşatan kabustan kurtulmanız sarcısı olabilir. Davasına sahip olmayanlar, davasını kaybeder. Vatanına sahiplik edemeyenler vatanı kaybeder. Efkarını kaybedenler herşeyini kaybeder. Şireci olayı , belki şahsidir, münferittir, para içindir vesaire vesaire... Bu yazı vasıtasıyla sizin için açılan farklı bir pencereden görünen umumi manzaranın artçı şoklarını görebildiniz mi acaba ? Anlayan anladı da. Bazılarınız için bu yazı hala bir çuval sözcükle, birbiriyle bağıntı kuramadığınız kırık, dökük, parçalar mı yoksa ? Oysaki uzun yıllar önce bu şehrin milletvekillerini ve kabine üyesini uyarmıştım. "Gaziantep'le Kerkük aynı kader çizgisinde buluşuyor" diye.. İstikrarsızlıklaşma, korku, yalnızlaştırma ve panik toplumun damarlarına zerk edilmeye çalışılan şırınganın içindekiler bunlar. Bayrak şehir Kerkük'e bir bakın. Ne halde ? Birde Gaziantep'e bakın. Gaziantep Kerkük'ten daha az değerli değil. Bu durumu düşman sizden daha iyi biliyor.