KAPILDIM GİDİYORUM kitabından…

Kilis Cumhuriyet İlkokulunda üç haftalık staj devresinden sonra atamamın yapılmasını beklemeye başladım. 1967 yılı aralık ayının sonlarına doğru postacı bana sarı bir zarf getirdi. Merakla açtım. Adana ili, Karaisalı ilçesi, Salbaş Köyü öğretmenliğine atanmıştım. Göreve bir an önce başlamak için can atıyordum. İdealimde memlekete hizmet etmek ve babamdan harçlık istemekten kurtulmak vardı. Bir akşam yatağımı bir şala (Kilimin ince bir türüdür) sararak yol hazırlığına başladım. Gurbete ilk çıkışımdı. Hüzünlüydüm. Bir yandan hazırlık yaparken diğer yandan da bir şarkıyı tekrar tekrar söylemekteydim;

''Kapıldım gidiyorum bahtımın rüzgarına, Ey ufuklar diyorum yolculuk var yarına…''

Ertesi sabah yatağımı beldenin otobüsüne yükleyerek hareket ettim. Ver elini Adana...

GÖNÜLLÜ SÜRGÜN

İlk görev yerim Adana ili Karaisalı ilçesine bağlı Salbaş köyü öğretmenliğiydi. Stajyer öğretmen olarak göreve başladım. Okulda üç kişiydik. Müdür görevlisi Malatyalı bir asil öğretmenle, bir de eğitmen vardı. Ancak, müdür görevlisi arkadaş bir garipti. Arada bir ''Ben senin bakışlarını beğenmiyorum.'' deyip durmaktaydı. Bakışlarım kendime özgü doğal bakışımdı ama arkadaş beğenmiyordu. Beğenmesin, sorun değil diye düşündüm. Ancak, sorunmuş meğer.
İlköğretim müfettişi Mustafa beyin eşiyle birlikte yazdığı on sayfalık şiir kitabını Çatalan ve Karsantı bucaklarındaki geniş bir bölgeye ve okulların öğrenci sayısına göre bu müdür dağıtmaktaydı. Köy yollarının kavşağı konumundaki Salbaş'a müfettiş sık sık geliyor, akşam rakısını içiyor, tavuğunu yiyor, kitap paralarını alarak Adana'ya dönüyordu. Müfettiş bizim müdürün güvencesiydi.
Bir gün okulun salonunda müdürle konuşurken yine bakışlarımı beğenmediğini küfürle tekrarladı. Aynı şekilde karşılık verdim. Kavgaya tutuştuk. Bir ara kendimi müdürün üstünde buldum. Çocuklar bağırıp koşunca köyden birkaç genç geldi. Beni tutup müdürün üstünden kaldırdılar.
 Ok yaydan çıkmıştı bir kere. Müdür milli eğitime şikayet etti. Soruşturmaya da müdürün yalakalık ettiği müfettiş geldi. Durum bayağı ciddiydi. Her şey aleyhime dönmeye başlamıştı. Üstelik stajyerdim. Müdürün şahidi çok, benim şahidim yok. Müfettiş de müdürden yana. Tek çarem kalmıştı.
Müfettişe;

-Eğer haksız bir soruşturma raporuyla görevden atılmamı sağlarsan gerisini iyice düşünmeden sakın yapma! Ben Kilisliyim. Seni temizler, gider Suriye'de yaşarım, dedim. Sanırım etkili oldu. Soruşturmadan birkaç gün sonra müfettiş beni Adana'ya çağırdı. Buluştuğumuzda Seyhan Barajı kıyısındaki Kaşoba köyüne gidersem naklimi hemen yaptıracağını söyledi. ''Tamam'' dedim. Dilekçemi yazdı, Önüme düşüp daireleri gezdirdi. Sonra da ''Git Kaşoba'da göreve başla'' dedi. Bu iki aylık öğretmenken gönüllü ilk sürgünüm oldu. Kaşoba'da köy halkının yarısı Adana'ya göçmüş, bırakıp gittikleri evleri yıkılmıştı. Köyde kalanların da büyük çoğunluğu kafayı çekmekteydi. Bir milletvekilinin yeğeni vekil öğretmen olarak okula verilmişti ama okula uğramıyordu. Üstelik de müdürdü. Aybaşlarında maaşını alır, köye uğrar ve yeni aybaşına kadar Adana'ya dönerdi. İdris Ağa'yı Kaşoba'da tanıdım. Köyün yerlisiydi ama Adana'daki bütün kabadayıları tanırdı. Kendisi de kabadayı ve berduştu. Sınıfın birini lojman olarak kullanıyordum. Bir akşam yemeğinden sonra İdris Ağa ve bir arkadaşı geldiler. Şişeleri ceplerinden çıkardılar. Karşılıklı alkol almaya başladık. Mezemiz de sadece siyah zeytin. Orta yaşın üzerinde, iri yapılı ve fötr şapkalı İdris Ağa biraz sonra kafayı bulmaya başlayınca cebinden bir hançer çıkardı. Ortada bir teneke soba ve altında da üstü saç kaplı tahtadan bir soba altlığı vardı. Kafayı bulan idris ağa soba altlığına hançerle vurmaya başladı. Her vuruşunda hançer sacı delip tahtaya saplanırken kendisi de şu sözlerden biri haykırıyordu. -Çiğ yumurtaya can veren Allaaaaaaaahhh…! İkinci vuruşunda da diğer sözü söylemekteydi. -Ulan ben adamın horozuna kravat takarım…!

Bu iki söz Adana'nın en çok söylenen sözüdür.