Milli Şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un kaleme aldığı İstiklal Marşımızın Cumhuriyetin eseri olduğunu, İmparatorluk döneminde “Milli Marş” yazılmasının düşünülmediğini ve padişahlar için yazılan marşların ulusal marş olarak kabul edildiğini biliyor muydunuz?

Osmanlı döneminde ilk padişah marşı 19. yy ortalarında en reformist padişah olan ikinci Mahmut için bestelendi. İtalyan asıllı ünlü müzisyen Donizetti saraya davet edilerek kendisine paşa ünvanı verilmiş ve sarayın eski mehter düzeni yeni Donizetti paşa yönetimine verildi.

Bu vesileyle ilk olarak Mahmudiye marşı olarak bilinen marş ikinci Mahmut han için bestelenerek bir ilk gerçekleşmiş oldu.

Ardından tahta çıkan Abdülmecit han için “Mecidiye” Padişah Abdülaziz için “Aziziye” Abdülhamit han için ise “Hamidiye” marşları bestelendi.

Ülkenin karışık bir döneminde tahttan indirilen Abdülhamit hanın yerine tahta çıkan Mehmet Reşat için her hangi bir beste yapılmadı.

Sonrasında tahta çıkan Mehmet Vahdettin han ise kendi adına marş yapılması girişimleri başladığında bu çalışmaları kesin bir emir ile durdurur. Dedesi Sultan 2. Mahmut han adına düzenlenen marşın kullanılmasını istedi. Böylece dönemsel olarak marş bestelenmesini engellemiş oldu Sultan Vahdettin.

Padişahın emri ile Mahmudiye marşı bütün Osmanlı topraklarında icra edilecek olan marş olarak tayin edildi.

Burada ki sıkıntı; halkın bu marşları benimsememiş olmasıydı. Saray ve resmi dairelerde çalındığı için bu marşlar halk bu marşlar hakkında her hangi bir bilgiye sahip değildi.

Milli Marş denildiğinde ne anlama geldiği konusunda bile detaylı bir bilgi yoktu o dönem için. Bu nedenledir ki dış ülke ziyaretlerinde Milli Marş çalınması söz konusu olduğunda komik ve bir o kadar trajik hadiseler yaşanıyordu.

Bazı spor müsabakalarında dereceye girildiğinde “Hamsi koydum tavaya, başladı zıplamaya” türküsünün icra edildiği anlar yaşanmıştı.

Hatta Birinci Dünya Savaşı öncesi İngiltere’ye sipariş edilen Reşadiye isimli savaş gemimizin teslimi sırasında Osmanlı Milli Marşının çalınması istendiğinde geminin Çarkçıbaşısı “Entarisi ala benziyor” isimli türküyü milli marş olarak çaldırarak durumu kurtarmıştır.

İstiklal Marşımızın besteleniş öyküsü bir anlamda Cumhuriyete gidişin öyküsünü de içerir. 1920 yılının 23 Nisan Cuma sabahı Hacı Bayram Veli Camii’nde kılınan namazın ardından halkla beraber Mustafa Kemal ve silah arkadaşları meclise yürüdüler.

Ankara’ya gelen 115 milletvekili meclis salonunda hazır bekliyordu gelenleri. İçlerinden en yaşlı olan Sinop milletvekili meclis başkanlık makamında oturuyordu. Yapılan kısa konuşmanın ardından meclisin açılışı gerçekleştirildi. Böylece TBMM hükümeti hukuki bir kimlik kazanmış oldu.

Milli Marş ihtiyacı Garp Cephesinde ilk defa dile getirildi. Acilen bir milli marşa ihtiyaç duyulduğu dönemin milli eğitim bakanı olan Hamdullah Suphi Tanrıöver’e bildirildi. Tüm halka açık olan milli marş güfte yarışması ülkenin dört bir tarafına duyuruldu.

Birinci olacak olan güftenin Milli Marş olarak adlandırılacağı, beste ve güfte için beşer yüz liralık hediye verileceği tüm yurda duyuruldu.

Toplamda 724 şiir yarışmaya gönderildi ve kurul bunların içinden yedi güfte uygun nitelikte bulundu. Milletvekillerine dağıtılan bu yedi şiiri vekiller okuyor ve üzerinde fikirleşiyorlardı.

12 Mart günü yapılacak olan meclis oturumuna Mustafa Kemal başkanlık ediyordu. Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Tanrıöver sesiyle Mehmet Akif Ersoy’un yazdığı “Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak…”

Güfte defalarca okundu ve her defasında meclis uzun süre ayakta alkışladı. Bir anlamda Milli Marşımız kutlanıyordu.

Söz ve anlam olarak muhteşem olan bu sözlerin bestelenmesine sıra gelmişti. Ülke olarak ulusal savaşın doruk dönemi yaşanıyordu. Kadından çocuğuna kadar tüm halk Anadolu’da devam eden savaşa odaklanmış ve tek bir arzusu vardı İstiklal… Kazanılacak olan hürriyetin ardından marşın bestelenmesi daha bir anlamlı hale gelecekti.

Beste yarışmasına 24 tane besteci katılmış ve neredeyse tamamı alaturka musikisinin usta isimlerinden oluşuyordu.

Her bestecinin kendi muhitinde o beste milli marş olarak çalınmaya başladı. Cumhuriyetin ilanından sonra Ali Rıfat Çağatay’ın bestelediği eser Milli Mrş olarak seçildi. Artık Türkiye’nin bir milli marşı vardı.

1924 ile 1930 yılları arasında bu marş çalındıktan sonra 1930 yıllarında yeni bir emir ile Riyaseti Cumhur Orkestrası Zeki Üngör’ün bestesi Milli Marş bestesi olarak kabul edildi.

Bugün söylediğimiz ve icra ettiğimiz marş işte bu marştır. Zeki Üngör bestelenmesi sürecini şöyle anlatır:

Ben padişah Vahdettin’e bağlı olarak Muzika-i Humayin muallimi idim. Kurtuluş süvarilerinin İzmir’e girişinin üzerinde 2 veya 3 gün geçmişti. Evimde bir dostumla oturuyorduk. İlkokul öğretmeni ihsan merhum geldi ve büyük bir heyecan ile Kurtuluş süvarilerinin İzmir’e girişini anlattı. Coşkulu anlatım içerisinde ben piyanonun başına geçtim ve içime doğan parçayı çalmaya başladım. İlk önce marşın girişinde bulunan akoru oluşturdum.

Arkadaşlarım beğendi ve devam etmemi istediler. Bende İzmir’e Kurutluş Süvarilerinin girişini daha detylı anlatmasını istedim İhsan Merhum’dan. O anlattı ben çaldım…

Gereken bazı resmi yazışmalarından ardından Ankara’da verilen bir baloda Atatürk’ün huzurunda çaldık marşımızı. İşte böyle bestelendi milli marş…”