İbretlik hikayeleri, nükteli sözleri ve hatta ortaya yazılanları üzerine alınanlar, yada bunlardan farklı malzeme çıkartanlar yüzünden yazmak iyice zorlaştı.Aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık misali ne desen illa birilerine malzeme çıkar oldu, sussan olmuyor yüksek perdeden ses versen olmuyor, bakar kör olsan gönül razı gelmiyor.Aslında mesele ince eleyip sık dokumaktan kaynaklanıyor, biri söylemediğiniz, yapmadığınız bir şeyden bile fitne çıkarabiliyorsa çokta kasmamak lazım.Memleket meseleleri adını verdiğimiz Hassasiyetlerimiz oto kontrol mekanizması olarak bizi frenliyor. Bu mekanizma bazılarına makam kaybetme, bazılarına mevzi kaybetme, bazen itibar kaybetme, bazende kuru gürültüden ibaret.Oysa yaşıyorsak, mücadele azmimiz ve adına vatan dediğimiz bir sevdamız varsa ne önemi var ki bu dünyalık şeyler için endişe etmeye.Bu memleket sonunu düşünmeden henüz 15-16 yaşında, bıyığı terlemeden vatanı ve bayrağı için can verenler sayesinde varlığını devam ettiriyor. İdam sehpasında cellatından helallik isteyenler sayesinde hainlere boyun eğmiyor. Ölüme giderken anne babasını teselli edip, nişanlısı vatan sağolsun deyip mutluluklar dileyen saf Anadolu delikanlıları sayesinde dimdik ayakta duruyor. İnandıkları bir dava uğruna gözlerini kırpmadan şehadete gidenler sayesinde 15 Temmuzlar yapanların kursağında kalıyor. Onlar neyle uğraştı Biz neyle uğraşıyoruz bazen insan üzülüyor,Onlar dünyaya kafa tuttu biz 12 Eylül mahsulü düzenin çocukları ile uğraşıyoruz. Bazen bizim işimizin daha zor olduğunu düşünüyorum. Çünkü onların karşılarında duranlarında bir hedefi vardı, en azından bukalemun gibi renkten renge girmiyorlar dı. Devrin adamı değil her devirde adam olma Ülküleri VARDI.Rabbim bu memlekete 12 Eylülleri, 15 Temmuzları bir daha yaşatmasın. Vatanına kendini kurban eden herkesten Allah razı olsun, ruhları şad mekanları cennet olsun... ALAN DEĞİL VEREN KAZANIR... Belki çok alakalı olmayacak ama aşağıda paylaşacağım hikaye, 12 Eylül öncesi ve sonrası yaşananlarla ilgili bende duygusal bir iz bıraktı. -"Bir gün ermişlerden birine: "Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?" diye sormuşlar...Bakın göstereyim demiş, ermiş. Önce "Sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları çağırarak" onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine. Derken tabaklar içinde sıcak...çorbalar gelmiş ve arkasından da derviş kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar. Ermiş "Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz" diye bir de şart koymuş. "Peki" demişler ve içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne?Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan.Bunun üzerine "Şimdi" demiş ermiş, "Sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe." Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa. "Buyurun" deyince, her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, sonra karsısındakine uzatarak içirmiş. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan..."İşte" demiş ermiş, "Kim ki gerçek sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse, o aç kalacaktır. Ve kim karşısındakini düşünür de doyurursa o da doyurulacaktır şüphesiz. Ve şunu da unutmayın, "Gerçek sevgi pazarında alan değil, veren kazançtadır daima...""Dava adamı olmakta dervişin dediği gibi sadece kendini görmemektir, kim sadece kendini görme egoistliğine kapılıp, her şeyi kendi için görürse kaybeder, kendi kaybetmesi yetmez farkında değildir ama etrafına da kaybettirir.12 Eylül'den bu yana bu davanın çilesini çekip sıkıntıya düştüğü halde "ben" dememiş hiçbir dava arkadaşımız, ağabeyimiz kaybeden olmamıştır. Bazıları başka mecralarda makam kazanmıştır, para kazanmıştır ama bizim için en önemli kriter olan "adamlık" vasfını kaybetmiştir, bundan sonra kaybedenlerden olmamamız, 12 Eylülleri ve onun Mahsulü meşhur çocuklarını unutmayıp, inandıklarımıza daha sıkı sarılıp sahip çıkabilmemiz dileklerimle...